4 Ekim 2010 Pazartesi

özgürlük de ne ola?


Öylesine rastgele bir kullanımı olan bir kavram ki özgürlük neresinden tutacağını bilemiyor insan. Öncelikle benim tanımım biraz sığ olacak, özgürlük istediğin anda istediği şeyi yapabilmektir benim nazarımda. Şimdi bu bağlamda bakarsak hani diğer bütün değişkenler sabit kabul ederek-bilimsel olsun diyeceksek ceteris paribus- özgürlüğün önündeki en önemli etken fiziksel kanunlardır. Diğer her şeyi ekarte etsek bile fiziksel gerçekliklerden nasıl kaçabiliriz ki?
Tut ki aynı anda ya da çok yakın zamanlar-saliselik farkla- önce Brezilyada daha sonra da Kamboçyada olmak istedim, paşa gönlüm benim çok şey ama mümkünatı var mı yok işte. Süpermen bile olsan imkansız kaldı ki biz normal insanlarız. Tam özgürlük olmasa da mümkün olduğu kadar özgür olalım madem deriz. Burada da karşımıza toplumsal, sosyolojik, psikolojik ve yasal bariyerler karşılar. Hani bariyer dediysem en sağlam metalden birkaç km kalınlığında olanlardan hem de. Hadi seni özgürlüğünden alıkoyan olguların bazılarından kurtuldun, misal dini reddettin ateist oldun, vatandaşlık bağını reddettin heimatloss oldun. Aileni arkadaşlık bağlarını her şeyi kesip attın. Kendi doğanı ne yapacaksın? Kendinle olan bağını nasıl kesersin? Neticede kim ne derse desin insan sosyal bir yaratık, binlerce yıldır türün devamlılığı adına genlerine kazınmış kodlar sana bunu söylerken sen nasıl yıkacaksın bu döngüyü? Tamamen özgür olmak istiyorsan yalnız kalmak zorundasın, neticede yanında Cuma gibi biri olsa bazı bazı ona kendini uydurmak zorunda kalacaksın, bu da doğanda var. Mutasyon geçirmedikçe kaçamazsın bunlardan, aramızda  Wolverine var mı?
    
  İkinci kavram özgür irade, çok romantik bir söylemdir. Var mı böyle bir şey peki gerçekten derseniz bence yoktur. Hepimiz önceden kurgulanmış, planlanmış hayatları sahneliyoruz hayat tiyatrosunda. Şimdi şöyle düşünün; bir kere daha doğmadan yani teknik olarak insan yavrusu olmadan önce genetik miras alıyorsunuz, bilinçaltınıza işleniyor dnanıza kodlanıyor.
 Ondan sonra 9 ay boyunca kendi başınıza düşünme ve hareket yetiniz olmadan her türlü etkiye açık durumda doğmayı bekliyorsunuz. Ve sonunda doğuyorsunuz, yaşanan süre 0 saniye. Bu ana kadar kimse size bir şey sormadı, hep bir şeyler yaptırdılar. Zaten kendi başınıza bir şey yapamıyorsunuz. Biraz büyüdünüz, yürümeye başladınız ilk kelimelerinizi söyleyecek yaştasınız. İlk kelimenizin ne olacağını siz değil çevrenizdekiler belirler, mama bubu baba. O yaşa kadar olan her şeye aile karar verir. 4-5 yaşına kadar böyledir, arada yaramazlık sayılan kendi başınıza yaptığınız eylemlerin sınırı bile aile tarafından belirlenir. Sizi etkileyecek kişiler, arkadaş gruplarını öğrenmenizi etkileyecek modeller aile tarafından dikte edilir. 

  Okul çağına gelirsiniz aynı hikâye değişik kahramanlar. Bu kez dikte edenlere eğitim sistemini düzenleyenler, öğretmenler ve medyada eklenir. Diktenin tarzı biraz değişir ve derinleşir. Size neleri öğreneceğinizi, nerde nasıl davranacağınızı, nelerin yararlı nelerin zararlı olduğunu hatta düşünme yöntemlerini yani nasıl düşüneceğinizi bile başkaları dikte eder. Arkadaş çevreniz ve model alarak öğrenmenizde rol alacak kişileri siz değil medya aile ya da eğitim camiası belirler. Ergenliğe gelirsiniz, artık beyniniz düşünme yetisini tam olarak kazanmasa bile size yapılan dikteleri baskıları fark edebilecek durumdasınızdır. İsyan edersiniz ekseriyetle ama yine de çeşitli şekillerde gelen baskı ve şekillendirmelere boyun eğersiniz. Yaşınız 16-17 olduğunda artık kendi başınıza düşünebildiğiniz kimsenin sizi anlamadığını söylemeye başlar sistemi sorgulamaya başlarsınız.

     Çevrenizdekiler sizin üzerinizdeki kontrolünü kaybettiyse ideoloji denilen olguyla karşılaşırsınız saf seçersiniz 20 yaşına kadar olan süreçte. Dünyaya bakışınız biraz olgunlaşmaya başlar. Bu aşamada 2 yol seçer birey, 1.si ailesinin de geçtiği süreç, normal birey yönlendirme ve dikteleri normalleştirip normal bir vatandaş olur. 2. bu normlara başkaldırıp alternatif aramaya yönelir. nihilistliğe kadar varabilen bu süreçte birey kendi özgür iradesiyle karar aldığı, sistemi değiştirebileceği düzeltebileceği yanılgısına kapılır. Zira düşünce sistemini sistemin kendisi dayattığından, nasıl düşüneceğini, hangi yöntemlerle neyi düşüneceğini sistemin kendisi çeşitli araçlarla kendisine dayattığından haberi yoktur. Sistem sistematik düşün der sistematik düşünür, bilimsel ol der bilimsel olur, çelişkiye düşme tutarlı ol der bireyde bunu yapar. Sistemi reddediş bile sistem temelli bir algoritmadır, nihilizm demişler. Sisteme karşı durmayı bile formüle etmişler adına anarşizm demişler, sana sistemle nasıl mücadele edeceğini söylemişler. Düşündüğümüz hiçbir şey sistemin dışına çıkamazken, söylediğimiz her şey, aklımızdan geçen her şey önceden söylenmiş düşünülmüş ya da temelleri atılmışken özgür bir irademiz olduğunu söylemek pek doğru olmaz sanırım.

Şebnem Ferahın şarkılarında dillendirdiği, Nietzscheye ait olduğunu sandığım tiyatro metaforunu gelelim yine. Sebebine gelirsek durumu güzel özetliyor, hepimiz hayat denen tiyatroda bize verilen rolleri oynayan, bize sufle edilen replikleri söyleyen aktörleriz. Bu aşamada 4 çeşit aktörden bahsetmek istiyorum;
1-güzel rol verilen aktörler
2-bunun gerçek hayatları olduğunu sanan ve performanslarının hayatlarının en büyük amacı olduğunu sanan aktörler
3-bunun bir tiyatro olduğunun farkında olan ama yapacak bir şey olmadığından ellerinden gelen en iyi performansı büyük bir ciddiyetle sergileyen aktörler
4-olanın bitenin farkında olan götüm götüm sahnenin dışına kaçmak isteyen ama sahneden ayrılması mümkün olmayan aktörler

  İlk iki gruptakiler normal sağlıklı bireylerdir. 3. gruptakiler genelde sağlıklı bir ruh halinde olmakla beraber zaman zaman minör depresyona maruz kalabilirler. Bendeniz gibi son gruptakiler sürekli bir major depresyon halindedir. Sürekli bu döngüyü kırmak kaçmak isterler ama çeşitli etkilerden dolayı yapamazlar. Genetik miras, bilinçaltı, aile, toplum, bilimsel öğretiler, din, ideolojiler, milliyet, cinsiyet, fiziksel kanunlar ayağına kelepçe, kelepçeye zincir, zincirin ucuna yarım tonluk demir ağırlık olmuştur çünkü. Bazen bu aktörler güllenin ağırlığı azaldığı için kaçabileceğini sanırlar ama sandıklarıyla kalırlar.

Uzun lafın kısası insanoğlu ne özgür olabilir nede özgür iradeye haizdir, ben bunlara sahibim diyorsa ciddi bir yanılsama içindedir, en azından bence böyledir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

About Us

Recent

Random