ön not: Yazıya başlamadan önce linkki metinlere göz atın yarıdan sonrasında onlar üzerinden gidilecek biraz. link 1 link 2
Metin ve Kompozisyon
Bir önceki yazımda dilden bahsetmiştim, kelimelerden sonra bunların yan yana gelişi, konteks de önemlidir. Her ne kadar gelişigüzel seçiyormuş gibi gözükse de hem konuşurken hem yazarken kelimeleri bağıntılı şekilde dizeriz. Bazen bilinçsiz, gayret sarf etmeden, bazen kasıtlı olarak bunu yaparız. Dillerin doğasında bile dizim vardır zaten, özne tümleç yüklem, dili öğrenme sürecinde bu bireylere verilir. Buna ilave olarak sıfatların sırası vs gibi detaylarda vardır.
Dili bilinçli kullanan bireyler vurgu ve tonlamaya da dikkat ederler. Buradaki esas nokta “niçin konuşur veya yazarızdır” Buna verilebilecek birden fazla cevap var ama ekseriyetle karşımızdakine bir şeyler aktarabilmek içindir. Yani bir muhatap olmadan bir erek olmadan konuşma veya yazma eylemi gerçekleşmez.
İş bu sebepten ortalama zeka ve üzerindeki özneler konuşur veya yazarken hedef kitleye göre dil ve dizim seçer, ona göre düzenlerler. Bu yazıyı okuyan çoğu kişi 7 yaşında bir çocuğa gidipte “ya işte Kaan, 18. Yy.da evangelistler… “ diye bir cümle kurmaz. O yaşta bir çocuğun anlamayacağı şeylerden bahsetmezler. İnsanlar bu ayarlamada tabii ki kendini baz alır. Lakin hiç ayarlama olmasa bile yaşa göre farklılık gösterir konuşma veya yazma. Aslında farklılık göstermelidir de zira hem toplum hem de bireyi eğitenler yetişkin aklıselim insanlardan bu davranışı beklerler. Tabii bunla çelişen başka bir toplumsal beklenti vardır, yetişkin insanlarla konuşurken tutarlı davranıp konuşmak.
Her neyse konumuza geri dönersek metin, bir amcanın dediği gibi teori gibi metin de “for someone for some purpose”(bir amaç ve bir kitle içindir). En azından çoğu insan böyle düşünür ve böyle olduğunu kabul eder. Ben bu metini yazarken herhangibir amaç gütmemiş, kitle belirlememiş olsam bile, bu cümleyle belirtmeme rağmen, okuyan sizler bir amacı olduğunu birilerine bir şeye ikna etmek için yazıldığını düşüneceksiniz. Diğer bir deyişle beklenti gerçeklik etkileşimi olacak.
Mevcut hükümet ilköğretime seçmeli ders olarak "Medya yorumlama" dersi koymuş, içeriğini bilmiyorum ama girişim olarak gerekli bulduğum bir olay. Hem ülkede hem de dünya çapında kurgu ile gerçek arasındaki ayrımı net yapamayan insanlar mevcut. Gerçi teknik olarak yazılı veya görsel tüm eserler son tahlilde kurgudur, gerçeği asla birebir yansıtamaz ama salt kurgu ile gerçeklik içeren samimi düşüncelerin ayrımını biraz yapmakta fayda var. Misal Ekşici bir arkadaşın başını hayli ağrıtan "contorium" videosu. Daha ilk sahnede trollük olduğunu kavrasam bile inatla gerçek olduğunu savunan insanlarla karşılaşmadım değil. Stv gibi kanalardaki canlandırmaları gerçek olay addeden insanlar da var.
Bence buna yol açan etmen beynin "fuzzy logic"-blanık mantık mekanizmasıdır. Bir olguyla karşılaştığımızda karar vermek veya yorum yapmak kısacası konşarak veya yazarak tepki verme durumlarında dilin doğası gereği kesinliğe yakın konuşup yazarız. Ama eldeki veriler her zaman yetersizdir, yani bilgi eksikliği vardır. Bu seride bazılardan bahsettim zaten, eksik bilgiyle çıkarım yapılınca kurgu kişini gerçekliğine dönüşebiliyor zaten dış gerçeklik ile insanların kişiesel gerçeklikleri arasında hayli uçurum mevcutur, biz inanmak istediğimize inanma eğilimindeyiz insanoğlu olarak. Yani gerçeklikle baş etme yolu olarak kendini kandırma sıkca başvurulan bir metottur.
Gelelim esas meseleye bir metin veya eserin okur-seyircide gerçekmiş gibi algılanması nasıl sağlanır, diğer bir deyişle ne yapılırsa izleyen veya okuyan metin/eseri gerçek addeder? esas sorum bu.
Başlamadan önce bu yazıların ikisi de tamamen kurgudur gerçeklikten beslenmelerine rağmen yazarı olan benle pek alakaları yok, deneysel amaçlı yazmıştım. İlki Noam Chomsky ikincisi Üstün dökmene aitmiş gibi kaleme alındı.
Her neyse, İlk metinde siyasal görüşe bağlı olarak tavır alındı, zaten siyasi bir olay ekseriyetle gerçeğe fazla yaklaşmaz o yüzden okurların %75i gerçek kabul etti, yazarı önemsemeden 2.metinde bu roan %40a düştü, %30u da yazar bağlı dedi ankete katılanların. Yani özetle ortalama olarak ankete katılanların %70i bu ik metinin de gerçek olduğuna hükmettiler. Anket sorusu" bu yazılar gerçek mi kurgu muydu".
Eğer gerçeklikten beslenir ve iyi kurgulanırsa bir eser okurun gerçekliği olabilir. Metin olarak baktığımızda lisans eğitimim esnasında makale yazmada bize verilen akademik tüyoları paylaşıcam. akademik makaleler dahil tüm metinlerde , eğer alıntı yapılmışsa çoğu insan araştırma gereği duymadan yazıya inanma eğilimi gösterir. Araştırmalarla sabit olmak üzere bi metinde rakamsal ifadeler (yüzdelik dilim, tam tarih vs) yazıdan farklı olduğu için önce fark edilir ve bu ifadeler okur acısından metnin gerçekçiliğini arttırır. Eğer birinin ismi verilip olay detaylı anlatılırsa ve olay kurgusu da gerçeğe yakınsa insanlar o metni gerçek olarak algılar. Cümleelri kişisel ifadelerden arındırmak, ciddiyeti olan kelime seçimleri metni gerçekmiş gibi algılatır.
Buradan anlayacağınız üzere metnin olay kurgusu da öne arzediyor. İnsaların genelinin bildiği fiziksel toplumsal gerçekelre aykırı olmayan okurun zihnindeki bilgilere ket vurmayacak kurgular daha gerçekçi bulunur. Zira okur bunu bildiği şeylerle besleyerek okuyacaktır uyum varsa gerçek aykırılık varsa yalan olduğuna hükmetmesi muhtemeldir. Yazıda anlatılanlara duygusal bağ da metnin gerçekçiliğini etkiler. Rus toplumcu-gerçekçi yazarlar bizim ülkede çoğu insan tarafından sıkıcı bulunur, ait oldukları akıma rağmen gerçekçi bulunmayabilirler ama benzer coğrafyalarda yaşamış, anlatılana duygusal bağı bulunanlar misal rta asya veya rusyada yaşayanlar veya dönee ait bilgisi olanlar tarafından gayet akıcı ve gerçekçi bulunur.
Bir diğer unsur da piyasaya çıktı, hedef kitle. Eğer yazar hedef kitle belirleyip ona göre yazdıysa metnin gerçekçi bulunması daha muhtemeldir. Misal akademik bir makale yazıyorsan okuyacak olan akademsiyendir. Yani hedef kitlen nettir neye dikkat edeceğini bilip ona göre kugularsın metni. Şablonun bellidir. Böyle bir durumda kesinlikle gerçekliği taklit edebilirsiniz. Yani okuyan akademisyeni kandırabilirsiniz. Geçenlerde yurtdışında tanınmış bir psikayatır makalelerindeki deneylerin kurgu olduğunu gerçekte böyle deneylerin olmadığını itiraf etmişti. 10 senedir makaleleri inceleyen kurulları atlatmış adam. Sosyal bilimlerde çok zor bir şey değil neticede zaten net bir görüş yok. Hocalarımdan okuyan olmaz herhalde diyerekten, akademik bir makalede mutlaka bulunmaı gerken tekst içi makalelerde ben de biraz kolayına kaçardım. Alıntıların yer aldığı siteler olurdu oradan uygun bir alıntıyı alır makaleme koyardım, kötü bir şey sayılmaz ama okuyan akademisyenin senin alıntıladığın metni okuduğunu sanarsa kandırmaya girebiliyor. İlave olarak böyle bir davranış alıntısı yapılan insna da biraz haksızlık oluyor zira adam metnin kalanında tersini savunmuş olabilir. Alıntı mecburiyetinden dolayı bazen mecbur kalıyordum vakti yetmeyince ama benden biraz daha beterleri vardı, alıntı sitesine girip inceleme bile yapmadan uygun alıntıyı uyduran öğrenciler tanıdım. Yani demem o ki eğer birini ikna etmek istiyorsan ve bu biri hakkında kafi bilgiye sahipsen en çok okunan yazar olabilirsin. Bunun en güzel örneği Yılmaz özdil'dir. Adamın kitlesi bellidir, bunların eğilimlerini bilir, hayat görüşü-yada at gözülüğü- nettir. Tarzı şablonu da belli o yüzde sevmeyeni kadar okuyanı da çoktur. Tabi bir diğer sebep dlinin yalın olması moronun az üstü zekaya sahip insan bile anlayabilir. İnsanlar anlayamadıkları yazıları kurgu veya yalan olarak alabiliyorlar. Sanırım egoyla alakalı bir durum.
Gelelim işin kompozisyon kısmına, kompozisyon deyince çoğu insanın aklına lisede yazdığı zoraki yazılar geliyor olsa da ben biraz daha geniş anlamda görsel sanatlara yönelik olarak kompozisyondan bahsedeceğim. Görsel sanatlarda olay metin ve yazılardan biraz daha farklıdır zira bunlarda-sanatçının görüşüne göre biraz değişmekle beraber- amaç izleyene izlediğini veya görüdğünün gerçek olduğunu hissettirmektir. Diğer bir deyişle görsel ve işitsel öğelerden yararlanarak gerçekliği yeniden yaratmak izleyeni inandırmaktır zaten amaç. Belgesel gibi türler yada gerçekliği sürreal yansıtmak isteyen sanatçılar gibi istisnaların dışında amaç budur. İzleyenin bunun kurgu olduğu bildiği varsayılır. Bazı filmlerden önden metin olarak geçer bu film gerçek olaylardan esinlenilmiştir tarzı yazılar hatta dikkat ettiyseniz.
Çok sanatsever entellektüel birikimi olan biri değilimdir ama izleyici olarak ilgiliyiz herkes kadar belki az biraz daha fazla. Eleştirmenlik haddim değil ama konuya dair olduğundan biraz bahsetmek durmundayım. Algılarımız dışa dönüktür içe dönük değil, dış dünyayı da kompozisyon olarak alırız, belirli öğeleri belirli dizimleri daha net algılarız daha net bir ifadeyle duyulanımdan sonrasında gelen veri ve bilgileri çerçeveye oturturuz algılarken. Beyni de bu şekilde işleyen sanatçıların eserlerini oluşturuken önce kafalarında çerceveye oturdum belirli bir biçimsellik ve düzenle sunmaları gayet doğaldır. Sanat zten doğası gereği subjektiftir, sanatçının kafasındaki çerçeveye göre gerçekliği veya dış dünyayı anlatır. Sanatçının kendi qualiasıdır eserde yansıttığı.
Yine de bazı eserler çoğu insanın gerçekliğine yakınken bazıları biraz daha uzaktır. Anlaşılma kaygısı gütmeyen, izleyeni zorlamak isteyen veya algısı gayet karışık sanatçılar vardır. Sanatın soyut yanına ağırlık verirler, kompozisyon yine de mevcuttur ama herkese açık değildir alt yapı ister. Sinemada David lynch veya resimde kübist ressamlar gibi. Bazıları bunu kasti yapar, bazılarının algısı normal insanınkinden farklıdır. Bunlara ilave olarak bir de şiir var şiir tamamen algıyı karşıya bırakır, gerçekliği yüksek oranda es geçip sembolizme bolca başvurur. Şahsen bu tarz yapıtları anlamak bana biraz zor geldiğinden fazla ilgilenmem. Daha anlaşılır sinemaya yönelirim, şiiri pek sevmem, resim ve heykeli de fazla sevmem.
Diğerlerinden daha ilgili belki de bilgili olduğum sinemadaki kompozsiyona gelelim. Sinemada izleyiciyi kurguya inandırmak için belirli unsurlar ön plana çıkartılır ya da geri plana alınır. Bazı yönetmenler bununla kurgusallığına vurgu yapmayı da tercih edebiliyor. Bir filmin gerçekliği-bence-- genel olarak, mekan,oyuncuların rol yeteneği,senaryonun gerçek hayata uygunluğu, sahne geçişleri ve yönetmene bağlıdır.
Gerçek bir mekanda çekilen sahnelerin inandırıcılığı haliyle daha fazladır. Görsel efektlerle çekildiği aşikar olan stüdyo ürünü Hollywood sahnelerine, teknik ne kadar iyi olursa olsun, izleyici pek inanmaz. Zaten bu tarz sahneler oldukça abartılıdır. Oyuncuların rol yeteneği izleyici ikna etmekte etkilidir. Johnny Depp, Rahmetli Kemal Sunal, Bruce Willis, Mila javovich gibi sanatçılar izleyenin dikkatini olaydan ziyade kendielri üzerine çekerler. Olay absürt olsa bile izleyici olarak gerçekmiş gibi gelir bizlere, odak noktamız sanatçı olduğu için. Bir oyuncunun rol kabiliyeti yanında jest, mimik ve vücut dili daha doğrusu doğallığı izleyeni daha rahat etkilemesine imkan verir. Bu saydığım sanatçılar ya da Julia Roberts gibi aktrisler bunda oldukça başarılı.
Senaryonun hayatın içinden olması da gerçekliğe etki eder. Babam ve oğlum'un Türk sinema tarihini en tutulan filmlerinden biri olmasında etkisi büyüktür. Senaryo gayet hayatın içinden, oyuncular başarılı. Çocuğun hayal kurduğu sahneler bile gerçekmiş gibi algılanabiliyordu, o yaşlarda herkes hayal kurar. İnsanların şhait olduğu anımsadığı herkesin başına gelebilen olayları işleyen senaryoların hasılatı da sevilme oranı da fazla olur.
Sahne geçişleri ve yönetmen etkisine gelirsem, sahnelerin ardıllığı gerçeklik algısına etki eder. Misal yıl geçişleri, bazıları bunu yazıyla verse de yazı yazmadan vermek gerçekliği arttırır. Murathan Munganın "kullanılmış biletler" kitabına başvurucam biraz. Şahsen tespitlerine katılyorum, yıl geçişlerinde bahçede 4 mevsim veya ayna karşısında yaşlanma gibi sembolik öğeler gayet gereken etkiyi yaratıyor, yazıda sorun yok hani ama "5 yıl sonra" yazısını görünce seyircinin gerçekliği sekteye uğruyor, bunun film olduğu kafasına dank ediyor. Bunların dışında arabayla giderken mevsimlerin içinden geçmek, bir nevi mevsimler tüneli de kullanılıyor sinemada. Sahne geçişlerinde mekanın ardıllığı da önemli. Şehir göbeğindeki bir sahnede yürüyen bri adam bir sonraki sahnede kırda bayırda belirirse gerçeklikte biraz kırılma oluyor haliyle. Gelgelim bazı yönetmenler bu sahne geçişlerini kurgusallığa vurgu olarak kullanabiliyor. "paramparça aşklar köpeklerde,David Lynch'in bazı filmlerinde, geçen izlediğim Bunraku filminde veya Dogville filminde olduğu gibi. Bu tarz filmelrde sahne geçişleri ya başka kişinin hayat hikayesine geçiş veya tamamen alakasız bir sahneye geçiş veya karikatürize edilerek geçiş yapılarak izlediğimiz filmin kurgusallığını vurgulama yoluna gidiyor. Son dönemin popüler dizisi "Leyla ile mecnun"da da gayet doğal akış giderken oyuncun gerçekliğe dönmesi, mantıksızlığı yakalaması da benzer etki yapıyor.
Evet artistiğimi bitirdikten sonra biraz da gerçek hayatta kompozisyona gelelim. Kesin cümleler kurmak yargı, kanaat belirtmek dilelrin doğasında var.Olasılıklardan kesin oamyan şeylerden bahsetitğimiz durumlarda bile kesin ve gerçekmiş gibi konuşur, yazarız. Ama şöyle bir şey var ki asla gerçekliği tam olarak olduğu gibi alıp karşımızdakine aktaramayız. Duyu organlarımız ve algılama sürelerinde bozulmaya uğrar. Bu druum iletişimi güçleştirir. X olayını izleyen biri olanı birinci olarak tam olarak hakim her yönüyle görüp duyamaz tamamen algılayamaz bu yüzden. İkinci olarak bunu anlarken kendi deneyimelri ve bildikleriyle örtüştürerek mantık çercevesine oturtmaya nedensellik bağı kurmaya çalışır. Bu bağlar olayın gerçek kurgusuna ve nedenselliğine eşit olamaz zira aynı hayatları yaşamamışlardır. Olayı Y'ye aktarırken gerçekliği ilk deneyimlediği andaki haliyle değil kurduğu çerceveye göre anlatır. 2. kısmı Y'de yapar, Y'nin algıladığı durumla, geçrekte olan durum arasında hayli fark oluşur. Dedikodu olgusna yol açan silsile buna benzer şeylerdir. Olanı anlatamayız genel olarak olaydan ne anladığımızı anlatırız. Fenomeni tamamen olduğu gibi algılamamız zordur.
Bunun dışında olasılık belirten, varsayımsal cümlelere karşı insanların genelinde bir negatif tutum vardır. Bunu deneyebilirsiniz etrafınızda konuşur veya yzarken. Varsayalım, de ki gibi hipotetik cümleleri ya okumaz/dinlemezler, yada kaale almazlar fazla. İnsan zihni eksik bilgilyle de olsa kesinlik ister. Dilimizde kesnlik vardır. Yüklem, yargı belriten kelime- hemen her dilde her cümlede bulunur ve cümledeki en önemli öğedir. Dilin gerçekliği algılamadaki yetersizliği, eksik bilgi, kısıtlı duyu organları, karşıdakini ikna etme etkileme arzusu neticesinde konuşmalar veya yazılar her zaman bahsedilen şeylerin gerçekliğien tam yaklaşamıyor. Her ne kadar yazıda 3.tekilin soğukluğuna sığınıp metni objektif gibi göstermek olanak dahilinde olsa da o kelimeelrin cümellerin dizen mekanizmadaki "benliği" etkisi kılmak, tam gözlemci statüsü kurarak yaşantıdan bğaımsız boşlukta uzey-mekan ilişkisini kırarak olaylara veya fenomenlere yaklaşmak oldukça güç. Kaldı ki günümüzde biliyoruz ki atom altı düzeyde çok çok daha farklı gerçekleşiyor olaylar, eğer atom altının makro dünyaya etkisi varsa, ki mantık olarak var olması gerekir, greçekliği bütünsel kapsamlı b,ir şekilde anlamak ve anlatmanın ne kadar güç olduğu daha net anlaşılır.
hamiş: ilk metnin anketine 8 diğerininkne 10 işi katıldı, yani genellemedir ama az denek olması daha iyi.
hamiş 2: her ne kadar kesin dil kullansam da sizleri ikna etmek veya bunun objektif gerçeklik olduğu iddiasında değilim, benim gerçekliğim bnim penceremden gözükenler. Gerçeklikle örtüştüğü veya ayrıştığı yerler vardır sizin gerçekliğinizle de farklı olabilir en nihayetinde bir yazı.
Çok sanatsever entellektüel birikimi olan biri değilimdir ama izleyici olarak ilgiliyiz herkes kadar belki az biraz daha fazla. Eleştirmenlik haddim değil ama konuya dair olduğundan biraz bahsetmek durmundayım. Algılarımız dışa dönüktür içe dönük değil, dış dünyayı da kompozisyon olarak alırız, belirli öğeleri belirli dizimleri daha net algılarız daha net bir ifadeyle duyulanımdan sonrasında gelen veri ve bilgileri çerçeveye oturturuz algılarken. Beyni de bu şekilde işleyen sanatçıların eserlerini oluşturuken önce kafalarında çerceveye oturdum belirli bir biçimsellik ve düzenle sunmaları gayet doğaldır. Sanat zten doğası gereği subjektiftir, sanatçının kafasındaki çerçeveye göre gerçekliği veya dış dünyayı anlatır. Sanatçının kendi qualiasıdır eserde yansıttığı.
Yine de bazı eserler çoğu insanın gerçekliğine yakınken bazıları biraz daha uzaktır. Anlaşılma kaygısı gütmeyen, izleyeni zorlamak isteyen veya algısı gayet karışık sanatçılar vardır. Sanatın soyut yanına ağırlık verirler, kompozisyon yine de mevcuttur ama herkese açık değildir alt yapı ister. Sinemada David lynch veya resimde kübist ressamlar gibi. Bazıları bunu kasti yapar, bazılarının algısı normal insanınkinden farklıdır. Bunlara ilave olarak bir de şiir var şiir tamamen algıyı karşıya bırakır, gerçekliği yüksek oranda es geçip sembolizme bolca başvurur. Şahsen bu tarz yapıtları anlamak bana biraz zor geldiğinden fazla ilgilenmem. Daha anlaşılır sinemaya yönelirim, şiiri pek sevmem, resim ve heykeli de fazla sevmem.
Diğerlerinden daha ilgili belki de bilgili olduğum sinemadaki kompozsiyona gelelim. Sinemada izleyiciyi kurguya inandırmak için belirli unsurlar ön plana çıkartılır ya da geri plana alınır. Bazı yönetmenler bununla kurgusallığına vurgu yapmayı da tercih edebiliyor. Bir filmin gerçekliği-bence-- genel olarak, mekan,oyuncuların rol yeteneği,senaryonun gerçek hayata uygunluğu, sahne geçişleri ve yönetmene bağlıdır.
Gerçek bir mekanda çekilen sahnelerin inandırıcılığı haliyle daha fazladır. Görsel efektlerle çekildiği aşikar olan stüdyo ürünü Hollywood sahnelerine, teknik ne kadar iyi olursa olsun, izleyici pek inanmaz. Zaten bu tarz sahneler oldukça abartılıdır. Oyuncuların rol yeteneği izleyici ikna etmekte etkilidir. Johnny Depp, Rahmetli Kemal Sunal, Bruce Willis, Mila javovich gibi sanatçılar izleyenin dikkatini olaydan ziyade kendielri üzerine çekerler. Olay absürt olsa bile izleyici olarak gerçekmiş gibi gelir bizlere, odak noktamız sanatçı olduğu için. Bir oyuncunun rol kabiliyeti yanında jest, mimik ve vücut dili daha doğrusu doğallığı izleyeni daha rahat etkilemesine imkan verir. Bu saydığım sanatçılar ya da Julia Roberts gibi aktrisler bunda oldukça başarılı.
Senaryonun hayatın içinden olması da gerçekliğe etki eder. Babam ve oğlum'un Türk sinema tarihini en tutulan filmlerinden biri olmasında etkisi büyüktür. Senaryo gayet hayatın içinden, oyuncular başarılı. Çocuğun hayal kurduğu sahneler bile gerçekmiş gibi algılanabiliyordu, o yaşlarda herkes hayal kurar. İnsanların şhait olduğu anımsadığı herkesin başına gelebilen olayları işleyen senaryoların hasılatı da sevilme oranı da fazla olur.
Sahne geçişleri ve yönetmen etkisine gelirsem, sahnelerin ardıllığı gerçeklik algısına etki eder. Misal yıl geçişleri, bazıları bunu yazıyla verse de yazı yazmadan vermek gerçekliği arttırır. Murathan Munganın "kullanılmış biletler" kitabına başvurucam biraz. Şahsen tespitlerine katılyorum, yıl geçişlerinde bahçede 4 mevsim veya ayna karşısında yaşlanma gibi sembolik öğeler gayet gereken etkiyi yaratıyor, yazıda sorun yok hani ama "5 yıl sonra" yazısını görünce seyircinin gerçekliği sekteye uğruyor, bunun film olduğu kafasına dank ediyor. Bunların dışında arabayla giderken mevsimlerin içinden geçmek, bir nevi mevsimler tüneli de kullanılıyor sinemada. Sahne geçişlerinde mekanın ardıllığı da önemli. Şehir göbeğindeki bir sahnede yürüyen bri adam bir sonraki sahnede kırda bayırda belirirse gerçeklikte biraz kırılma oluyor haliyle. Gelgelim bazı yönetmenler bu sahne geçişlerini kurgusallığa vurgu olarak kullanabiliyor. "paramparça aşklar köpeklerde,David Lynch'in bazı filmlerinde, geçen izlediğim Bunraku filminde veya Dogville filminde olduğu gibi. Bu tarz filmelrde sahne geçişleri ya başka kişinin hayat hikayesine geçiş veya tamamen alakasız bir sahneye geçiş veya karikatürize edilerek geçiş yapılarak izlediğimiz filmin kurgusallığını vurgulama yoluna gidiyor. Son dönemin popüler dizisi "Leyla ile mecnun"da da gayet doğal akış giderken oyuncun gerçekliğe dönmesi, mantıksızlığı yakalaması da benzer etki yapıyor.
Evet artistiğimi bitirdikten sonra biraz da gerçek hayatta kompozisyona gelelim. Kesin cümleler kurmak yargı, kanaat belirtmek dilelrin doğasında var.Olasılıklardan kesin oamyan şeylerden bahsetitğimiz durumlarda bile kesin ve gerçekmiş gibi konuşur, yazarız. Ama şöyle bir şey var ki asla gerçekliği tam olarak olduğu gibi alıp karşımızdakine aktaramayız. Duyu organlarımız ve algılama sürelerinde bozulmaya uğrar. Bu druum iletişimi güçleştirir. X olayını izleyen biri olanı birinci olarak tam olarak hakim her yönüyle görüp duyamaz tamamen algılayamaz bu yüzden. İkinci olarak bunu anlarken kendi deneyimelri ve bildikleriyle örtüştürerek mantık çercevesine oturtmaya nedensellik bağı kurmaya çalışır. Bu bağlar olayın gerçek kurgusuna ve nedenselliğine eşit olamaz zira aynı hayatları yaşamamışlardır. Olayı Y'ye aktarırken gerçekliği ilk deneyimlediği andaki haliyle değil kurduğu çerceveye göre anlatır. 2. kısmı Y'de yapar, Y'nin algıladığı durumla, geçrekte olan durum arasında hayli fark oluşur. Dedikodu olgusna yol açan silsile buna benzer şeylerdir. Olanı anlatamayız genel olarak olaydan ne anladığımızı anlatırız. Fenomeni tamamen olduğu gibi algılamamız zordur.
Bunun dışında olasılık belirten, varsayımsal cümlelere karşı insanların genelinde bir negatif tutum vardır. Bunu deneyebilirsiniz etrafınızda konuşur veya yzarken. Varsayalım, de ki gibi hipotetik cümleleri ya okumaz/dinlemezler, yada kaale almazlar fazla. İnsan zihni eksik bilgilyle de olsa kesinlik ister. Dilimizde kesnlik vardır. Yüklem, yargı belriten kelime- hemen her dilde her cümlede bulunur ve cümledeki en önemli öğedir. Dilin gerçekliği algılamadaki yetersizliği, eksik bilgi, kısıtlı duyu organları, karşıdakini ikna etme etkileme arzusu neticesinde konuşmalar veya yazılar her zaman bahsedilen şeylerin gerçekliğien tam yaklaşamıyor. Her ne kadar yazıda 3.tekilin soğukluğuna sığınıp metni objektif gibi göstermek olanak dahilinde olsa da o kelimeelrin cümellerin dizen mekanizmadaki "benliği" etkisi kılmak, tam gözlemci statüsü kurarak yaşantıdan bğaımsız boşlukta uzey-mekan ilişkisini kırarak olaylara veya fenomenlere yaklaşmak oldukça güç. Kaldı ki günümüzde biliyoruz ki atom altı düzeyde çok çok daha farklı gerçekleşiyor olaylar, eğer atom altının makro dünyaya etkisi varsa, ki mantık olarak var olması gerekir, greçekliği bütünsel kapsamlı b,ir şekilde anlamak ve anlatmanın ne kadar güç olduğu daha net anlaşılır.
hamiş: ilk metnin anketine 8 diğerininkne 10 işi katıldı, yani genellemedir ama az denek olması daha iyi.
hamiş 2: her ne kadar kesin dil kullansam da sizleri ikna etmek veya bunun objektif gerçeklik olduğu iddiasında değilim, benim gerçekliğim bnim penceremden gözükenler. Gerçeklikle örtüştüğü veya ayrıştığı yerler vardır sizin gerçekliğinizle de farklı olabilir en nihayetinde bir yazı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder