8 Nisan 2012 Pazar

Sevgili Dostum Sebastian

-Sebastian gelsene az
-Çayı yeni koydum efendim
-Efendin batsın , git söndür sonra da otur şuraya az bir dertleşelim. Bakma öyle
-Nasıl bakmayayım, genelde bu cümleden sonra uşak olmama rağmen benim kesem zarara uğruyor.

-Bu kadar cimri olma Sebastian.82 yaşındasın, o viskiler eninde sonunda bana kalmayacak mı benden başka mirasçın mı var? Hem ben de Küba purosu çıkartıcam babamdan kalma
-Kaçma imkanım yok sanırım değil mi?
-Ha şunu bileydin.
-Uşak olmama rağmen neden ben daha değerli olanı veriyorum
- Sebastian birincisi ikimiz de biliyoruz ki 2 dubleden fazlasını vermeyeceksin, ikincisi ve daha önemlisi senin uşak olmadığını, istediğin an bırakabileceğini hatta kaç kez bunun için ısrar ettiğimi biliyorsun. Alışkanlıklarından kurtulamıyorsun sadece. İnsanlar alıştığı yerleri nakşedip kendi limitlerini çizer, kendi mahallesinden dışarı adım atmadan tükenen binlerce yaşam var. Sınırlar çizeriz, güvenli bölge, hayvan içgüdülerimizden kalma, köpekler çişiyle yapar bizler bilinçaltımızla. Aşina olduğumuz yerleri nakşederiz. Düşüncesi bile ürpertir. Sen kendi biçtiğin role kendini inandırmışsın. Üstüne bir de buna alışmışsın o kadar ki artık başka türlü yaşamayı hayal bile edemiyorsun. Sen bu evde uşak değilsin sen istemediğin müddetçe. Gerçi kime diyorum yine duymazdan geleceksin
- Farkındaydınız yani, niçin bir şey söylemediniz bugüne kadar. Ayrıca belki öyle efendim ama ben halimden memnunum yıllardır bu aileye hizmet veriyorum. İlaveten, bunu alışkanlık değil vefa borcumdan yapacağım hiç aklınıza gelmiyor. Son olarak uşaklık hizmetimden pek şikayet ettiğinizi de görmedim
- Sebastian, viskinin üstüne votkayla devam ediyorsun ve farkı anlayamayacak kadar sarhoş olmamı beklemiyorsun bile. Ha bu arada bu sefer benim skoçla devam et. Diğer mevzuya gelirse vicdanını böyle rahatlatıyorsan sen bilirsin ama gözünü seveyim artık dikkat et 80ini geçtin korkuyorum. Yine de her insanoğlu gibi durumun avantajını kullanmama şaşırmaman lazım.
-Niçin korkuyorsun, ne güzel genç ve yeni uşak alırsın işte, istediğin bu değil mi zaten.
-Sebastian osteoproza mı girdin kuzum , he babacım her dışarı çıktığımda uşak bakıyorum kendime
-Bence evde mülakat yapın dışarda bulmayı beklerseniz sonsuza kadar sürebilir, zira evden dışarı çıktığınız yok.
-Hayırdır komşu köşkteki Neriman teyzeyi mi özledin?
-Ne münasebet canım, hiç yakıştıramadım size.
-Yapma Sebastian, bilmiyorum mu sanıyorsun, zekamı hafife alıyorsun. Sandığından çok daha fazlasını biliyorum. Hadi doldur şu viskiyi kaynatmaya çalışma. Düşürme yüzünü öyle alt tarafı viski mezara mı götürcen anlamıyorum ki. Hayır bir ayağın çukurda zaten neticede bana kalamayacak mı o şişe miras olarak?
-Orası da öyle-yüzünden bir gölge geçer. Eğer bu evde uşak değilsem neden bana sadece adımla sesleniyorsun?
-Güzel soru aslında, ismin yabancı ya ondan sanırım Sebastian dede ya da Sebastian amca kulağa garip geliyor, bunca senedir Türkiye'desin hiç mi aklına gelmedi adını Sebahattine filan çevirmek?
- Rahmetli babanız bir kaç teklif etti ama
-Ama maziden geriye bir tek adın kaldı bari onu koruyayım dedim. Ne bilmiyor muyum sanıyorsun? O bakış ne öyle ya, 26 yaşındayım ve aptal değilim. Duyduğumdan gördüğümden hayat hikayeni az çok çıkartabilirim değil mi?
-Yok estağfurullah da ne bildiğini veya bildiğini sandığını merak ettim, madem içmeye de başladık anlatsana.
-Seni sana anlatayım peki. 82 yaşındasın, rahmetli dedemden biraz küçük. 2. Dünya savaşını gördün ve katıldın. Sonrasında Rus olduğundan Sovyetlerde kaldın. Bir sebepten iltica etmeye karar verdin. O dönemde büyükelçi olan dedem sana yardımcı oldu. Güvenlik gerekçesiyle buraya yerleştirdiler. Dedemin görevini babam devam ettirdi ve sonunda bana kaldın. Doğru muyum eski komunist comrade?
-Şaşırdım ama hayli eksik bilgi var ve ayrıca kaç kere söyledim size, ben Rus değilim Polonyalıyım. ama yine de etkilendim.
-Bugün hikayenin tamamını anlatsana, madem seni koruyorum ne olduğunu bilmek hakkım sanırım. Evet bunu da biliyorum, siyasi mülteci olarak geldin ve muhtemelen o dönemde büyükelçi olan rahmetli dedemden itibaren ailemiz korumaya başladı sen. Neden kızardın utanmana sebep olacak bir şey mi yaptın?
-Geldiğimden beri beni koruyan ailenize verdiğim zararlar geldi aklıma.
- Benim bu konuda bir teorim var. İnsan her zaman en çok sevdiğine zarar verir, en çok yakınımızdan gelen taşlar acıtır. Yine de için rahat olsun . Olmayacak bir şeye vesile olmuş olamazsın. Rus yazar cümlesine benzedi biraz ama idare ediver. Sözcükler var oldukça istemesek de birbirimize zarar vermeye devam edeceğiz bunun kaçarı yok. Umursadığın müddetçe başkaları da sana verecektir. Sosyal varlıklar olduğumuz için hepimiz bir nebze sadist ve mazoşistiz.
-
Bazen size de zarar verdiğim hissine kapılıyorum, hala yalnız olup evlenmemenizde benim payım varmış gibi geliyor.

-Ne yani ciddi ciddi seni yalnız bırakmamak için evlenmediğimi mi sanıyorsun? Saçmalık seni severim dostum ama o kadar da uzun boylu değil.

-O zaman geriye benim teorileri olan sizin gibiler için ürettiğim teorim kalıyor. anlatayım mı?
(başıyla onaylar)

Her şey hakkında teorisi olan felsefeye bulanmış insanlar aslında korkaktırlar. Çoğu yazar gibi onlar da yaşamayı, hayatın içinde olmayı istemezler. Sosyal çevreden kendilerini soyutlayıp kendilerine analizci rolü biçerler. Pek çok şeyden korkarlar incinmekten, başarısızlığa uğramaktan, denemekten, bir şeyleri kaybetmekten. Sizin durumunuzda,yani sizin korkunuz ise, tahminim zamanın ilerlediği fark etmekten korkuyor olmanız. Zamanı bir yerde durdurmuşsunuz, hayatınızı yanına koymuşsunuz. Tekrar zamanın akışında yer alırsanız geçmişinizi kaybetmekten korkuyorsunuz. Aslında birbirimize oldukça benziyoruz.

-Belki benziyoruzdur ama Rus yazarı değilim en azından ayrıca sosyal olmadığım kısmı da pek doğru sayılmaz. Sadece uzun süreli olmuyor ilişkilerim. Her şey hakkında teorisi olan adam olarak bunun hakkında da bir teorim var. Anlatıcam mı diye sormuyorum anlatıcam her halükarda zira senin de aynı durumda olduğunu düşünüyorum.

-İlgimi çektin, dinliyorum.

-Hemen değil önce dostum şurayı toparlayalım, bizi senin içkiler kesmez biraz meze ve rakı lazım. Yalnız peşin söylüyorum sen en fazla 4 duble içebilirsin. Rusların alkole bağışıklığı rakıyı kapsamıyor acilde sabahlamak istemiyorum.
 ------------------------------
Suratını asma ben de yardım edicem. Hadi bakalım
(15 dakika sonra)
müzik değiştirilir, fona sanat müziği koyulur.
- Başlamadan önce Sebastian sen de seninkini anlatmaya söz vereceksin. Suratındaki soru ifadesini sil, normal halinde yeterince çirkin. Lafım bitince anlayacaksın ama sözü peşin istiyorum. Hem bunu hem de hayat öykünü bu akşam döküleceksin anlaştık mı?
- Başka çarem yok sanırım, anlaştık anlat bakalım merakla bekliyorum.
- Biraz geniş alacağım sonra kendiminkini anlatırım. Zaten alışıksın daraltarak anlatma huyuma.
Neantendahral çağında, ha ha, şaka yaptım da yüzünü görmen lazımdı. Neyse konuya geri dönüyorum. İnsanlığın pek çok yönü var, her birimiz diğerinden farklı da olsak çok fazla ortak yönümüz var. Bir kısmı biyolojik, bir kısmı toplumsal, bir kısmının toplumun evriminden ileri gelir. Üçünden de dem vurmak zorundayım az biraz. Yaşam hikayesi atomdan başlar, bir kaç tanesi bir araya gelir, dnası rnası derken üreme hücreleri ardından zigot oluşur. Zigot cenine döner, vücut gelişmeye başlar. Bir süre sonra bu canlı yaşam formu, konumuz için homo sapiens, dünyaya gelir. dünyaya geldiği anda da demin dediğim sadizme örnek olarak poposuna şaplak yer. Bireyin ilk duygusal tepkisi ağlamaktır. Toplum daha doğduğu anda pişman eder. Her neyse yenidoğanımız gelişmeye devam eder. Hem zihinsel, hem bedensel hem de psikolojik olarak 3 yönde gelişir. Hemen hepsinde genetik ve toplumun etkisi olur.  Okul çağına kadar sosyal dünyası kısıtlıdır aileyle sınırlı. Öğrenmesi daha anne karnında başlıyordur. Öğrenmenin de çeşitlerine değinmek lazım,  koşullanmayla öğrenme- hayvan terbiyesi gibi, deneme-yanılma yoluyla-birinci elden bilgi edinme, model alarak öğrenme- maymun stili taklit ederek, öykünerek, analiz ederek diye devam eder. Uzmanı değilim yalnız bunlar kendimce çıkarımlarım. Bizim için önemli olan rol model olayı. Okula kadar aile, okulda arkadaşlar ve öğretmenler ve sosyal medyanın bireye dayattıkları. Sebastian sen bir öküzsün
(şaşkınlık içinde alelacele)- ha , ne. onu neden dedin şimdi.
- Uyuyup uyumadığını kontrol ediyordum(güler)  Devam ediyorum.Toplumsal evrimde önemli yeri olan ve bireyin gelişiminde de en sancılı süreç buluğ çağı ve ergenliktir. Dinlerde bile yer bulmuştur. Neticede türün devamı için asli şey üreme olduğundan, üreme sisteminin başlangıcının önem arz etmesinde şaşılacak bir şey yok. Çoğu toplumda erkek bireylerin çocukluktan çıkışları seremoniyle taçlandırılır. Bu konudaki teorim toplumsal hafızada alfa olan  erkek genlerinin nesli devam ettirileceği inanışıdır, ki biyolojik olarak çok da yanlış sayılmaz. Erkekten y kromozomu geçmezse neslimiz tükenebilir. Kaldı ki cinsi latif yani dişi bireylerde-memelilerde türü ne olursa olsun- bu geçiş biyolojik olarak işaretlenmiştir, yumurtlamaya başlamak.Her neyse benim hikayem burada başlıyor, toplumun aksine bireylerin kadın veya erkek hem cinsiyet rollerini hem de kendilerini bulması buluğ çağında olmuyor.

Her birey ergenliğinde bir anda kırılma yaşıyor, çocukluğuna dair çoğu şeyi, en başta masumiyetini kaybediyor. Bu kırılma hayatının geri kalanı için belirleyici oluyor. Kişinin gelecekteki korkuları, hüzünleri, sevdikleri, zevkleri, hobileri, karakteri, savunma mekanizmaları her şeyi baştan yazılıyor. Freud'un anneye dönüş dediği bana göre bu ana geri dönüşlerden ibarettir. Bu an nedir söyleyeyim, bireyin ilk gerçek aşk  deneyimi, platonik veya karşılıklı, hemen her birey ergenlikte bir ilk aşk vakası yaşar. Ve bu hayatının geri kalanının gidişatını belirler. Devam etmeden önce şunu söylemem gerekir, ergenlikte insan vücudunda gelişmesini tamamlamamış 3 sistem vardır, sinir sistemi, iskelet sistemi, üreme sistemi. Bunlar ergenlik sonunda gelişimini tamamlar. Yani bu kırılma anı biyolojik olarak da bize etki eder. daha açmak gerekirse, merkezi sinir sistemimize yani beynimiz ve onun vücutla olan ilişkisine de etki eder.

Tekrar Freud'a geri dönersek, kısmen haklıdır. Bu ilk aşk, karşı cinsle ilk ciddi etkileşimdeki karşı cins o ana kadarki hayattan seçiliyor olabilir. Ama bu anne-baba da olmayadabilir, o ana kadar okul çağını yarılamış oluyor birey.

-Mevzunun buraya geleceğini bilseydim söz vermezdim.

-Yüzünden anlamıştım zaten Sebastian, senin tecrübenin biraz acı verici olduğunu tahmin etmiştim.
-Neyse anlat bakalım ilk aşkını, da görelim mevzuyu bu kadar uzatmana değecek mi.

- Çok daha fazlasına değer, bugünkü halimde etkisi çok fazla. O dondurduğumu söylediğin zaman onla tanıştığım zamanlar. Konuya dönüyorum. bu ilk ilişki önemlidir zira o ana kadar birey ya ailesi ya da sınıf arkadaşlarıyla muhatap olmuştur. Yani beraber olmak zorunda olduğu, bireyi kabul etmekten başka çaresi olmayanlar. Birey bu ilk çarpılma anında yeni bir fenomenle karşılaşır. Maslov'un piramidinin üçüncü basamağıyla yüzleşir. Kabul görmesi, birinin onayını sevgisini kazanmak zorunda kalmıştır. Buradan sonrasına kişisel devam ediyorum. Bireyin gerçek anlamda kadın veya erkek oluşunda esas dönüm noktası budur. algılarımız dışa dönüktür, karakter özelliklerimiz ve zihinsel özelliklerimize karşımızdan yansıtarak oluştururuz. Bu yüzden sosyal varlıklarız bu yüzden etrafımızdakiler kim olduğumuz belirliyor.

Bana gelirsek, ilk çarpılma anında 15 yaşındaydım. Senin de bildiğin gibi Tekirdağ'da, anneannemle ve annemle yaşıyorduk. 99 yılının mayıs ayının 12si, dershanede deneme sınavından çıkmıştım onu ilk gördüğümde. Hani daha önce de göz hoşlantılarım olmuştu ama böylesi ilk defa oluyordu. Olduğum yere çakıldım kaldım nefes almak için bilinçli efor sarfetmek zorunda kaldım.. Hani filmlerde de olur ya, etrafımdaki kalabalık kayboldu, onu görmeme engel olanlar dışında. hayatımda hiç o kadar panik yaptığımı hatırlamıyorum. Acemiyim daha önce hiç tecrübem olmamış, tanrı aşkına 15imdeyim daha. Nasıl tanışabilirim ne dicem milyonlarca senaryo üşüştü. O anda kızın yanında tanıdık bir sima gördüm. Dershanede beraber derse girdiğim Meltem onunla konuşmaya başladı. Ortak arkadaş olunca aklıma ilk gelen plana tutunarak ayrıldım.oradan, ardından yaz tatili geldi. Onun beni ilk kez fark edişi kasımı buldu. O sene aynı dershaneye başladı. Benden bir yaş küçük ama karakteri yaşından en az 5 yaş ileri. Aşktan da öte bir hayranlık hasıl oldu bende. O yaştaki tecrübesizliğimden de değil. Ben kesinlikle çoğu açıdan şanslı olanlardandım. İlk sohbetimizde Queen-rock you mırıldanıyordu. Benim daha pop çağım geçmemişken sayesinde klasik rockla tanıştım. O şarkının hala yeri ayrıdır.O ana kadar arkadaş çevresiyle yakınlaşmıştım zaten. Neler konuştuk ya da konuşabildim mi tam hatırlamıyorum ama bir şekilde arkadaş olduk. Orta sonda dershanede beraberdik. Gördüğüm en güzel kızdı, masmavi gözleri sarı bukleli saçları, mükemmel bir gülüşü ve asla gamze olduğunu kabul etmediği yarım gamzeleri vardı. Hissettiklerini dışa vuruyordu, kendinden emindi, daha 14ünde politik duruşu bile vardı inanır mısın bilmem. Sonbaharı ve kışı o sevdirdi bana. Kışın okullar filan kardan tatilken bile belki o da gelir diye dershaneye giderdim. Genelde de gelirdi, evi yakındı çünkü. ders olmadığından konuşurduk sonra evine kadar eşlik ederdim. Babası memurdu sanırım mesleğini hiç sormadım. O heyecanlar hep aklımda, yanındaki kalbim yerinden çıkıcak gibi olurdu. Defalarca sevdiğimi söylemek istedim defalarca son anda boğazımda takılı kaldı. İçimden bir ses bildiğini söylerdi hep, anlamaması imkansızdı neticede lambaya giden kelebek gibiydim. Kız futbol takımındaydı, maçını izleyemedim bir ona yanarım davet etmişti bir kaç kez. Zekiydi bizim liseye, o zamanlar 5+7 sistemi vardı, geleceğinden emindim. Nitekim geldi de, amma ve lakin, öğrenci mevcudu artınca okula yeni bina yapıldı biz oraya taşındık, hazırlıklar orada kaldı.

-Babana söylemeliydin, bilmeyi hak ediyordu.

-Anlamadım pardon?

-Rahmetli babana annenin yanında kalmayı seçmenin sebebinin bu kız olduğunu söylemeliydin, anlardı o. Ölene kadar bu soru içten içe kemirdi rahmetliyi.

-Anlamazdı Sebastian, babam diplomattı psikolog değil kaldı ki daha çocuk sayılırdım aklıma bile gelmedi. Boşanmalarını onların sandığı kadar önemsemedim bile, bu kız sayesinde aklım tamamen farklı yerdeydi ve tek düşündüğüm aynı şehirde kalmaktı.

-Seni bu kadar etkilediğine göre güzel bir parça olmalı sanırım. Hala görüşüyor musun? tam olarak neleri miras bıraktı onları da söyle.

-Hem de nasıl hani İngilizlerin deyimiyle "mükemmel resim".

-Diğer ilişkilerinin başarısız olmasına şaşmamalı o zaman, özür sustum tamam.

-(gülerek) Haklısın, sonradan tekrar aşık oldum ama karşıma çıkan her kadında onu aradım. Ona en çok benzeyenlere aşık oldum ya da olduğumu sandım. Her neyse, o yaştaki her birey gibi kabul ettirme için ışığın etrafındaki kelebek gibi pervaneydim. Ona karşı hislerimi milyonlarca kere açıklamak istediğim ve son anda vazgeçtim. Ama bildiğinden emindim, anlamaması bana göre olanaksızdı. Voleybol oynuyordu, amatör lisans alıcaktım, hocayla takışınca kaldı. Sonradan tenisle devam ettim spora. Halk oyunlarındaydı, haliyle ben de, dans merakım oradan kalma. Gitar çalabiliyordu, hiç öğrenmedim ama ama en sevdiğim enstrümandır ve çalmak dışında hemen her şeyini bilirim. Satranç, tavla hayatı onla öğrendim desem yeridir. Doğuran annem olabilir ama gerçek doğuşum onla tanıştığım gündür. Ben o gün yaşamaya başladım, o güne kadar sadece gerekli hareketleri yapıyormuşum. Bazen pişman olsam da iyi ki yapmamışım diyorum, eğer açılsaydım bu tatlı anılarım olmayacaktı ve halim muhtemelen şu ankinden de beter olacaktı. Hikayeye dönüyorum. Lise hazırlıkta biriyle çıkmaya başlamış adı Sadi. Sonra 2 kişiyle daha çıktı ama Sadi'den itibaren ben havluyu attıydım zaten. Bana fazlaydı ve erişilmezdi. Arkadaşlığını da kaybetmek istemedim, popüler kızdı, tek rekabet edebileceğim şey zekasıydı. Benim kadar zeki değildi, tek hayranlığı da zekamaydı. Toz kondurmamam bu yüzdendir, zekama laf söyletmem. Her neyse, lise de ben de başkalarını buldum, ikisi de stereotip olarak Zeynep'e benziyordu.

-Adını söylemeden bitirceksin diye korkmaya başlamıştım artık.

-Esra Zeynepti adı, ama benim için hep Zeynep oldu. Kendisi Esrayı kullanıyordu. Zeynep daha çok yakışıyor, taşların(bir şeyin) en değerlisi anlamı. Cuk oturuyordu. Mezun olup üniversiteye gidince tamamen koptum, feyste aramadın mı diye soracaksın, üye değil olsa şaşardım zaten. Ama bir şekilde buldum, geçen sene görüştük. Yıllarca telefonunu almak için dokuz takla atıp cesaret edememişken bu sefer kendisi verdi. Ankara'da görüştük. Kıbrıs'ta okuyup bilgisayar mühendisliği olmuş. Yıllar iz bırakmış ama hala aynıydı. jestleri mimikleri, hal ve tavırları. sözlenmiş, tahminim şu an evlenmiştir. Maziyi açınca alkolünde etkisiyle döktüm taşlarımı. ya gerçekten hatırlamadı ya da hatırlamıyor gibi yaptı. bildiğinden eminim ama bilmiyordum dediğine de inandım açıkçası. Bunun için kavga etmiştim oradan açıldı mevzu. Başlamışken devamını getirdim, utandı, utanınca ne kadar tatlı oluyor anlatamam dostum. Gerçek anlamda ilk kez ne kaçırdığımı anladım, şansım o kadar da düşük değilmiş gibi geldi. Belki aklımın oyunuydu ama kızı çok iyi tanıyorum. Gözlerinden çakan kıvılcımı da ardından geçen gölgeyi de gördüm. Onu o kadar iyi tanımamdan dolayı değildi utancı, söylediklerimin ve o anın hoşuna gitmesinin vicdanında yarattığı etkiden dolayı da utandı. 15 dakikalık samimiliğin ardından eski soğukluğuna ve kararlılığına döndü. Aştiye doğru yürüdük pek de konuşmadan. Söylediklerini hatırlamayıp hareketlerini hatırlamam çok mu tuhaf sence? Her seferinde atlattım diyorum ama geriye doğru bir anlığına baktığımda ilerlemek yerine patinaj çektiğimi fark ediyorum. Acaba ne düşündü, ne hissetti. Birilerine anlattı mı? lisedeyken benden bahsettiğini biliyordum. Dediğim gibi pek çok açıdan iyiliği dokundu, başkası çıksa daha kötü biri olabilirdim. Ama kötü yönde etkisi de oldu, ondan sonra her kadını istemsizce kıyasladım ve hiçbiri onunla yarışamaz. Bakışı, gülüşü,somurtuşu,düşünceli hali, karar verirken yüzünü aldığı şekil, vücudu, saçları, kokusu, teni,sesi o aurası bambaşka

-bir tek dokunamıyorsun değil mi?

-ne?

-hayali yanı başında duruyor her şey tamam bir tek dokunamıyorsun, ve çok can sıkıcı. Dokunursan dağılıp gidicek diye aklın gidiyor. Elini uzattığını gördüm de.

-Gitmiyor, elini bile tutabiliyorum. onu öyle nakşettim ki, kendimi unuturum onu unutmam. kokusundan sesine mimiklerine, tavır değişikliklerine tonlamasına tavırlarına kadar capcanlı bende. Ben bu sevdayı gerçekte yaşamadım Sebastian, senin aksine. Platonikti, aksi yönde çaba göstermedim. Savaşmadım bozulmadan hayalimdeki gibi kalsın istedim. Birini ya seversin ya sevmezsin. Birine kendini sevdirmek için bir şeyler yapmak zavallılık bana göre. Ha sevseydi, bir kez olsun söylese yada hissettirseydi beni sevdiğini, dünyayı önüne serer, elimden geleni ardıma koymazdım. Dediğimi yaparım bilirsin, ama sevmiyorsa yapıcak bir şey yoktu. Leyla Mecnunu sevmese, Şirin Ferhatı sevmese onlar da efsane olmazdı. Sevdalarını kanıtlamak için yaptılar her şeyi, sevgilinin sevgisini kazanmak için değil.
 ***************
Sebastian'ın Hikayesi

- Anlıyorum, söz verdiğim gibi anlatıyorum. 1928 yılının şubat ayında,Lublin'ine bağlı Swidnik yakınlarındaki Piaski köyünde doğmuşum. Gielschew nehri yakınlarında, ormanlık alanla çevrili ufak bir köy. Sana Polonyalıyım dememe rağmen aslında kökenlerin biraz daha karışık. Babam Finlandiyalı bir katolik, annem Polonya yahudisi. Nasıl olmuş bilmiyorum ama evlenmişler ve doğduğun yere yerleşmişler, çocukluğumdan hatırladığım kadarıyla hep beraber Ortodoks kilisesine giderdik Annemin Yahudi geçmişini savaş sırasında öğrendim. Daha 1 yaşındayken dünya büyük buhrana girdiğinde annemler şanssız biri olmadığımı fark etmiş olmalı. Zor yıllardı, ama en kötüsünü yaşamadığımı bilemezdim. Yiyecek ve içecek yine vardı ama her şeyimiz vardı diyemem. İyi kötü eğitim aldım, katolik okuluna gittim. O meşum yıl 1939 geldi, okulu bırakmam gerekti. Tedirginliği hatırlıyorum öncesindeki. Evini hangi komşunun alacağını, hangisine hizmet etmek zorunda kalacağını konuşuyordu insanlar. Bir düşünsene arada kalmışlığı, senin olan bir yer için insanlar masaya oturup sen mi alıcan ben mi alıcam diye pazarlık ediyorlar masada. Bizim payımıza Ruslar düştü. Kötüydü ama sonrasına bakarak o kadar da kötü değilmiş. Henüz çocuktum ama kulağıma çalınanlardan biliyordum, Polonya'nın bağımsızlığı için savaşanlar da varmış. Her neyse Almanlar sözlerinde durmadılar ve bir kaç ay sonra Polonya'ya saldırdılar. O yıllarda en sık duyduğum söz "Tanrı Polonya'yı 1939'da terk etti "sözüydü. Bir çok çeşidi vardı ama ana fikir aynıydı. Daha sonra bir kamptan kaçmayı başarmış bir Yahudi "Eğer şeytan Tanrı'nın eseriyse Naziler tanrının hayal gücünü aşmış." demişti. Çok zor zamanlardı.1941'de yer altı direnişi ve Ruslarla tanıştım. Köyün yakınlardaki ormanda gizleniyorlardı, Almanların cephe gerisine saldırıyor yıpratma savaşı veriyorlardı. Yiyecek bulmak iyice zorlaşmıştı. Her gün kamplardan gelen haberlerle moralimiz bozuluyordu. Köy Alman denetimindeydi. Rus cephesinde yaralanmış bir general baştaydı, adını tam anımsamıyorum herr Neizwentahl gibi bir şeydi. 1943'te Alman yönetimi değişti, yeni generalin adı Stephan von Gradal idi. Yanında bir kaç subay daha gelmişti. Eskisinden gına gelmiş köy halkı olarak bunun daha iyi olmasını umuyorduk.

İlk aşkımla da bu zamanlarda tanıştım. Bunun gelişi şerefine ufak bir balo düzenlenmişti, lütfedip köy halkı da davet edilmişti. Dikkat çekmemek için, direnişçilerden ayrılıp ben de gitmiştim. Nisan ayında verilen o baloda tanıştım. 14 yaşında ay parçasıydı. Koyu sarı kısa saçlı, ela gözlüydü. Vücudu daha yeni gelişmeye başlamıştı. açmamış gül gibiydi, soluk pürüzsüz ten. Daha o gün birbirimize aşık olduk. gençtik delikanlıydık. İkimiz sık sık ormana nehir kenarına kaçıp birlikte vakit geçirmeye başladık.
(gözleri aşağı doğru yuvarlanır, elleri dizlerini üstüne dayayıp avuçlarını birleştirir) Güzel günlerdi hayatımın en güzel günleri, savaşın göbeğinde, savaşın olmadığı küçük bir dünya kurmuştuk birlikte. Ne yiyecek için karneler ne Nazilerin işgali ne de Rusların yaptıkları umurumuzda değildi. Papatyalardan taç yapardım saçlarına. Bülbül gibi şakır saka gibi sekerek koşardı. Aşık olmanın yol açtığı delilik sonumuz oldu. Tanrım ne sanıyordum ki, savaşın bizi bir başımıza bırakacağını filan mı? Partizanlara yardımı bırakmam Rusların hoşuna gitmemişti. Kızıyla yakınlaşmam da Nazi generalinin. Savaşan iki tarafında dikkat ve nefreti üstümüze çekmeyi başarmıştık, göğüs göğüse çarpışan bu adamlar bizim aşkımız söz konusu olunca ortak zemin buluvermişti. Köyün neredeyse tamamı karşıydı. Bir kısmı generalden korkuyor, bir kısmı da bir Almanla ,işgalciyle birlikte olmamı yanlış buluyordu. Ama sonu getiren köyden biri olmadı general de değildi. Rusların partizanlara lider olarak atadığı genç subaydı. koyu Stalinist, kendinden başkasını düşünmeyen,çıkarcı, paranoyak su katılmamış orospu çocuğu Alexey Vladimir Petroviç.

(Her heceyi bir zehri tükürür gibi tıslayarak dişlerinin arasından çıkarmıştı, o yaşlı,altı torbalı gözleri ateş saçıyordu. yumrukları sıkılmış tüm kasları yay gibi gerilmişti.)

-İlginç seni hiç böyle görmemiştim dostum, hepsini geçtim adamın bu dediklerini misliyle hak ettiğine de eminim de o küfrü nereden öğrendin allasen?

- Konağa gelen satıcılardan

-Bohçacıları filan diyorsun yani iyiymiş, güldüğüm için kusuruma bakma. Argo bildiğinden haberim yoktu.
 Neyse devam et, bu orospu çocuğunun seni bu kadar öfkelendirecek ne yaptığını merak ettim.

- Partizan grubunu kışkırttığını biliyordum ama o kadar ileri gidebileceğini tahmin etmemiştim. "Ben Rus olmama rağmen sizin köyünüz için savaşırken Sebastian işgalci Almanlarla oynaşıyor."  kabilinden sözlerle gaza getiriyordu grubu. Grubun bana ihtiyacı da vardı haksız değildi. En keskin nişancıları bendim, bensizken zorlanıyorlardı. 1944 kışında Almanlar iyice zora düşmüşlerdi, ben de grupla birlikte baskınlara katılmaya başladım. Sürekli beraber değildim, Ruslar ilerlemeye başlamıştı. Ruslar kontrolü aldığında Helena'yı ne yapacağımı bilmiyordum. Almanya'ya dönmesi için babasıyla konuşmaya yanaşmıyordu. O bahar köyümüz  Rus kontrolüne geçti.  Alman subaylar kaçamadan tutuklandılar. Alexey bir yıldır planladığı intikamını sahneye koydu. Keskin nişancısının yokluğunda kaybettiği adamları için cezalandırmalıydı beni.  Generalin tutuklu olarak tutulduğu konağa götürdü. 1944'ün haziranı, güneşli bir pazar günü... Girişte uzun zaman önceden hazırladığını tahmin ettiğim konuşmayı yaptı. İki seçenek verdi, ya yukarı çıkıp General Von Gradal'ı vurucaktım, böylece Rusların güvenine layık olduğumu göstermiş olacaktım. Bunu seçersem Helena'yı güvenli bir şekilde Alman cephesinin yakınlarına götüreceklerdi. İkinci ihtimal bunu yapmayı reddecicektim, bana kaçmak için 3 gün verecek ardından düşman sayacaktı. İkinciyi seçmem halinde hem kızı hem de babasını elleriyle vuracaktı tabii ki. Mantıklı olan seçimi yaptım Makarov'unu aldım, yukarı çıktım. Babasını sevdiğim söylenemezdi, zaten köye hayli eziyet çektirmişti. Savaşta onlarca insan öldürmüştüm bunu yapabilirdim vicdan azabı duymadan. Alexey piçinin intikamının bununla olduğunu düşünmekle hata yapmıştım. Yılan gibi sinsiydi, bana söylemediği şey, Helena'nın da odada duracağıydı. Sakın bunu yapma

-Anlamadım neyi yapmayayım

-Kafanda canlandırma, hayal etme, hayal etmesi bile korkunç şeyler bunlar. Her neyse şimdi neden katıksız orospu çocuğu dediğimi anlamışsındır sanırım. Kızın gözlerinin önünde babasını vurduracaktı. Hem babadan hem de onun savaşına zarar veren bu aşktan kurtulmuş olacaktı. Elimde makarovla odaya girdiğimde Helena gözlerini kocaman açmış inanmayan bakışlarla bana bakıp kafasını sallıyordu. Alexey dışında 3 Rus daha vardı(Dimitri, Raslov, Sergei) elleri Almanlardan aldıkları MP5 makinelilerin tetiğinde gözlerini ayırmadan beni izliyorlardı. O an iki şey yapabilirdim, ya generali vurup Alexey'in sözünde durmasını bekleyecek ve Helena'nın benden nefret etmesini sineye çekicektim. Ya da ümitsizce 4 Rus'u öldürmeye çalışıp Helena ile benim vurulmamamı umucaktım. Saniyeler geçiyordu, her saniyesini hatırlıyorum. Kafam son sürat çalışıyordu. vakit geçirmeye çalışıyordum çıkış yolu bulmalıydım. Alexey'e kızı çıkarmasını söyledim belki bi ihtimal deyip. Rusça onun cezasının babasının ölümü seyretmek olduğunu söyledi. Eğer izlemezse cezası ölüm olur diye de ilave etti. General sırayla beşimize bakıyordu. Hala hangimizin vuracağını kestirmeye çalışıyordu. Gözleri ve duruşu ölmek üzere olan bir adam için fazla sakindi. Hala saçma Alman gururundan taviz vermeyişi odada bulunanların sinirine dokunduğunu hissedebiliyordum. Her neyse fazla uzatmayacağım,kararımı verdim, sonuçta yaşama ihtimali varsa varsın benden nefret etsin dedim. Makarovu doğrulttum generale, gözleriniz birbirine kilitlendi. Ne bir söz ne bir yalvarma, sadece kızını uzaklaştırdı. Helena koluma yapıştı, bir şeyler diyor vuruyor tırmıklıyordu. deli gibiydi , hayatımda son kez olduğunu bilmeden bir dua okudum. Tetiğe bastım alnının orta yerinden vurdum, ağır çekimde yere biçimsizce düşüşünü gördüm. Helena'nın isterik bir şekilde bir onu iyileştirmeye bir bana saldırmaya çalışmasını izledim. Kendimden de savaştan da nefret ettim. Alexey'den intikam alacağıma yemin ettim. Yanına gittim Rusça olarak "eğer sözünde durmazsan, Helena savaş bittiğinde sağ olmazsa Tanrı şahidim olsun seni bulur kendi bağırsaklarınla boğarım." dedim. Diğer  3 Rus olduğu yere korkuyla çakılırken Alexey kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Sonradan düşündüğümde o orospu çocuğunun tam olarak istediği şeyi yapmıştım sanırım. Savaşı için öfkelenip bilenmemi istemişti. Ardından onun daha da çok istediği şeyi yaptım. Rusların keskin nişancılarına katıldım.

Birini öldürmek zordur ama tanıdığın birini gözlerinin içine vurmak başka hiç bir şeye benzemez, çok sarsıcıdır insan ruhu için. Bu yüzden tekrar yakın mesafeden birini vurmak istememiştim. Kızıl ordu'da zaten adım duyulmuştu, genelde subayları vururdum askerlerden ziyade. Atletik yapılı güçlüydüm ve çok iyi nişancıydım.  Dürbün takılmış Mosin-Nagant silahımı alıp Ruslarla birlikte ilerledim. Özellikle Berlin'deki alman nişancılarla kapışmalarımla polütbüronun dikkatini çektim. Helena'yı düşünmemek için tüm enerjimi elimdeki silaha veriyordum. İnfazdan sonra 100ün üzerinde Alman öldürdüm. bunların 40 tanesi alman nişancısıydı. totaldeki sayıyı hatırlamıyorum bile. Savaş bittiğinde Ruslar yarbay unvanıyla kızıl orduya kattılar. Katıldım demiyorum zira benim fikrim sorulmamıştı bile. Polonya Ruslarda kalmıştı evim yoktu, annem daha savaşın başında Finlandiya'ya giderken kayıplara karışmıştı. Babam 1942'de bir Alman subayı tarafında aşağılayıcı şekilde öldürülmüştü. Helena neredeydi bilmiyorum. Yabancı dil bilgim ve standart Rus'a benzemiyor olma sebebiyle savaştan hemen sonra NKGPye alındım ordan NGB'ye geçtim. Sonradan bunun da Alexey'in işi olduğunu öğrendim.Paranoyak kafasıyla istihbaratı kendine uygun bulmuş. O da sizin gibi Sun tzu ve Machiavelli gibi adamları severdi ama sizin aksinize o hayatını bunlara göre şekillendirirdi. Düşmanını kendine yakın tutmaya karar vermiş olmalıydı ya da beni kullanabileceğini düşündü. Bilemicem garip bir şekilde beni arkadaşı bile sayıyordu kendince.

Son kez savaştan bir yıl sonra Hollanda'da gördüm onu. Nasıl olmuşsa Alexey izini bulmuş kaldığım yeri söylemiş. Kucağında 1-2 yaşlarında bir erkek çocuğu yüzünde nefret maskesi vardı. kısa bir konuşma oldu, senin çocuğun dedi, adı Christ dedi. Beni son görüşün diye de ilave etti. Yüzüme değil yere bakıyordu. Dilim kilitlenmişti. çocuğu kucağıma almak istedim, çekip uzaklaştırdı. Nefretle yüzüme bakıp" sen benden babamı aldın ben de senden oğlunu alıyorum ona dokunmayacaksın", dedi. Bir şey diyemedim, sadece "izini kaybettir, mümkünse adını da değiştir, Alexey'in seni bir daha bulmayacağından emin ol' diyebildim. Kafasını ne anlama geldiğini tahmin edemeyeceğim şekilde salladı. Arkasını dönüp uzaklaştı. O günden sonra Sovyetlerin dışında göreve çıkarmadılar beni. Alexey benim amirim, ya da direktörümdü. Günler sıkıcı şekilde geçip gitti. Planlarım da şekillenmişti, sadece bir fırsat kolluyordum. Alexey polütbüroda önemli biri olmuştu artık yıllardan 1956 yılıydı. İkimizde de general olmuştuk. Aradığım fırsat o yıl karşıma çıktı, Macaristan karışmıştı. Sovyet işgalini öngörüp önceden hazırladığım planı uygulamaya geçirdim.

Helena'nın ve benim dosyalarımın yerini öğrenmiştim. O hastalıklı piçin kızın peşini bırakmayacağını gerektiğinde bana karşı kullanmak isteyeceğini biliyordum. 30 Eylülde gidip dosyaları gizlice aldım,  Alexey'in dairesine gittim. daha beni gördüğünde anladı," vakit geldi  sanırım" dedi. makarovu çıkardım, "Hala sakladığına inanamıyorum" dedi. Ardından "Fareler gibi kaçacaksın demek, yazık" dedi.  Yastığa dayayıp tüm kurşunları boşalttım. Sonra sakince silahı tekrar doldurdum. Kaçışıma başladım. Macaristan'dan Yugoslavya oradan Arnavutluk'a geçtim. Amerikalılarla temasa geçtim, Sovyetlerden kaçanlar hep olurdu ama benim rütbemde kaçak az bulunurdu. Hemen seferber oldular. Polütbüro cinayetimi öğrenince dehşete düştüler, onayladıklarında iyice panik oldular. Beni oradan uzaklaştırmaları gerekiyordu. Büyükelçi olan rahmetli deden Gazanfer Altınoluk'la orada tanıştım. Arnavutlukta görevliydi, Rusların peşime suikastçı ordusu takacaklarını hepimiz biliyorduk. Deden tam olarak nasıl bulaştı bilmiyorum ama gemiyle İtalya oradan Türkiye'ye götürmek için ikna etti Amerikalıları. Güvenliğimi şahsen sağlayacağını söyledi.  Rusların aramaya Amerikalılardan başlayacaklarını düşünen CIA onay verdi, diplomatik yolculuk göreviyle bir gemi hazırlandı. Adriyatik'te bir adada 10 yıl kadar sakladılar ardından Türkiye'ye geldim. 1969 yılındaydık.Baban 9 yaşındaydı dedenle rahmetli ninen benim yüzümden sık sık kavga ettiler, evde çocuk var nasıl yaparsın diyerek. Geldiğimde konak çalışanı gibi görünmem istendi ben de hep öyle yaptım. 69tan beri hiç bahçenin dışına çıkmadım. Baban Savaş  da ismine rağmen büyükelçi oldu. Annenle olan kavgalarının sebebi de aynıydı. Kalanını biliyorsun işte.
---------
-Ne düşünüyorsun bir şey demeyecek misin?

-Viskilerinin velayeti için açacağım davada avukat olarak kimi arasam onu düşünüyorum.
(kahkahalara boğulurlar)

-Biraz ciddi olamaz mısın?

- Atmosfer çok ağırlaşmıştı, zor bir hayatın olmuş Sebastian. Bence onu bulmalısın hala vaktiniz varken. bugüne kadar bunu yapmaman kabahat.

-Neden yapamayacağımı anlattım. Peşimde kiralık katiller var. Hiç öyle bakma Kgbde çalıştım, nasıl olduğunu bilirim. Spetsnaz tarafından eğitilen ajanları salarlar kaçakların peşine. Bu adamlar görevlerini devretmeden ölmezler. Görevi miras alanda aynı şekilde davranır. Piyasaya çıkarsam beni bulurlar hatta daha kötüsü onu bulurlar. Kaldı ki benden nefret ediyor

-Etmiyor, a-a-a bırak lafımı bitireyim. Helena seni otele kadar gelip bulmuş, itiraz etme ne diyeceğini biliyorum. Ama seninkisi sadece tahmin, tahminini ne Helena'ya ne de Alexey'e onaylatmadın değil mi?

-Evet orası öyle ama

-Aması maması yok Sebastian, teyit almadıysan teoridir. Benim teorime gelirsek, Alexey'in bu buluşmanızla alakası yok. Kadın seni başka şekilde buldu, eğer Alexey bulmuş olsaydı, senin kaçarken aldığın dosyalarda tam adresi veya kaydı olurdu. Bunu da bulamadın ki hala buradasın. Bulsaydın hikayenin devamı da olurdu. Bu demek oluyor ki kadın seni kendisi buldu.

-Sen o içkileri bir yere filan mı döküyorsun? sarhoş bir halde yarı uyuklayarak dinlerken bunlara nasıl dikkat edebildin hayret. Diyelim ki doğru yine de intikam aldığını söyledi.

-Lafımı kesmesen ona da gelicektim. Helena seni bulup yanına gelmiş. Tahminim bir açıklama mantıklı ya da mantıksız , en azından bir özür duymak seni affedip hayatınıza devam etmek istemiş. Çocuğunuzu bu yüzden yanında getirmiş, eğer gerçekten intikam almak isteseydi en başta çocuğu getirmez sadece çocuğun var ama hiç göstermicem derdi. Hatta daha kötüsü hiç haber vermezdi. İntikam için gelmedi ama senin davranışın öyle kitlenmen öfkesini geri getirdi, kızıp o lafları etti. Senin değiştiğini düşünmüştür, kaldı ki savaş insanı değiştirir haksız değildir. İntikam almak isteyen birisi tutup da sürekli seni hatırlatacak kanlı canlı birisi var demez. O seni unutmamış hala da unuttuğunu sanmıyorum. Çocuğunuz var Allah aşkına, hala sevdiğine adım gibi eminim. Sen izini kaybettir deyince belki biraz umudunu kaybetmiştir ama bir yerlerde hala beklediğine eminim. Raporda hiç bir şey yazmıyor muydu?

-İngiltere'de olduğunu düşünüyorlarmış ama herhangibir iz yoktu. Seviyor olsa bile ona dönmem tehlikeye atar. peşimdekiler oyun oynanacak insanlar değil. Hem sen neden bir şey yapmıyorsun.

- Sebastian, uzun zamandır bu ülkedesin. Neyden bahsettiğimi belki biliyorsundur ama anlamadığına eminim. Senle bir dizi izliyoruz hani Barney var, hatırlıyor musun?

-Evet barney stintson.

-Onun sürekli söylediği bir "bro code" var ya, bizim ülkede de benzer yazılı olmayan kurallar vardır. Delikanlılık denilir adına. Nişanlanmışsa yapman gereken köşeme çekilmektir. Delikanlılığa sığmaz diğer türlüsü. Benim şansım varken bana yapılan şerefsizliği ben bir başkasına mı yapayım? Fırsatımı kaçırmışım, şansım varken ruhumu vermeme rağmen ruhuna erişememişim yapacak bir şey yok.

-Bence bana git bul derken sen kaçıyorsun ikiyüzlülük yapıyorsun.

-Aynı değil durumumuz Sebastian, sen daha iyi durumdasın. Ruhuna erişirsen zaman önemsiz bir ayrıntıdır. Ama erişemediysen öyle değil. Ben 15 yaşındaki o Zeynep'i sevdim. Şu an aynı diyeceksin aynı değil, ben de değilim. Onunla geçirdiğim anıların üstüne çok fazla anı eklendi. İkimiz de  koptuk ve benim anılarımın onun için değeri yok. Senin Helena'yla geçirdiğin zamanlar ikiniz için de önemli. Zaman-uzay sürekliliği illüzyondan ibaret dostum. Her salise vücudumuzda milyonlar reaksiyon olurken, hücrelerimiz değişirken ölürken yeniden doğarken, düşüncelerimiz sürekli değişirken sürekli bir şeyler eklenirken. Hayatımız boyunca aynı olduğumuzu var saymak düşünce tembelliğinden başka bir şey değil. Konuşmanın başındaki bizle şu anki biz aynı değiliz her anlamda. Sadece görüşümüz kısıtlı olduğunda, algımız algılayışımız kısıtlı ve kusurlu olduğundan böyle sanıyor ve buna inanıyoruz. Her anımız aslında farklı bir evren ve bizim kapasitemiz bunları farklı olarak algılamaya yetmediğinden bunu sürekliymiş gibi kabul ediyoruz. Sebastian bizler hayatımıza giren herkesin farklı zamanlarda temas ettiği sonsuz sayıdaki "an"ın bileşkesiyiz.  O temaslar da bir an sonraki bize etki ediyor. Ben o teması kaçırdım, 10 senedir hiç bir "an"ın da ne fiziksel ne de düşünsel olarak var olmadım. Şimdi kaldığım yerden devam etmeye çalışmam haksızlık değilse nedir?  Anılarımız da o geçmiş evrenlere erişim yolundan başka bir şey değil, anılarımda hayallerimde kalsın. Hiç tanımamışım gibi yapamam ama hayatına da karışmaya niyetim yok. Kız mutlu ve nişanlı. Eğer olursa bir sonraki şansıma kadar yapabileceğim bir şey yok. Anılarımla mutluyum zaten , gerçek olunca anıları da kaybetmek var işin ucunda.

Oysa sen, sen nasıl bugün hala onu düşünüyorsan o da bir yerlerde seni düşünüyor. Camdan dışarı bak Sebastian, o da aynı göğe bakıyor olabilir. Eğer öldüyse çocuğuna ne olacak hiç düşünmüyorum deme bana sakın. Tanrı aşkına sen askersin Sebastian, generalsin hatta, savaşırken hiç korktuğum olmadı deme bana.

-Böyle anlarda sizden gerçekten nefret ediyorum biliyorsunuz değil mi? Hep haklı olmak zorunda mısınız, gelgelim savaş hakkında konuşmayın isterseniz. Yaşamayan bilemez onu, en kötü yanı neydi biliyor musunuz, insanların ne kadar alçabileceğine birebir tanıklık etmekti. Yıllardır kapı komşun olan biri bir anda hiç tanımadığın düşmana dönüşüveriyordu. Hiç sizin gibi uzay-zaman sürekliliğini düşünmemiştim ama o yüzden bana mantıklı geldi. İkisinin aynı kişi olduğuna inanmak istemedim hiç. Birbirini ispiyonlayanlar, işkenceler, annesini satan çocuklar, çocuğunu kendi eliyle öldüren insanlar. Bir lokma ekmek için köpekten beter hale gelenler. Sovyetlerde savaş yokken de bazıları sürmüştü. herkesin peşinde birileri vardı neredeyse. Umut yoktu, umutsuzluk çok berbat bir şey. tek düşündüğün hayatta kalmak olduğunda hayatı bir farklı görüyorsun. İçtiğin sigaranın aldığın her nefesin sonuncu olabileceğinin bilinciyle yaşamak zorunda kalmak, her gün ölümle yüzleşmek, kesinlikle istemezsin bunları bilemezsin de nasıl bir şey olduğunu.

-Doğrudur bilemem, gelelim viskiye Sebastian

-Hala orada olduğunuza inanamıyorum efendim

-Yok be dostum öyle değil, viskinin hikayesini anlatmadın, en çok merak ettiğim kısımlardan biriydi.

-O viskileri 1946'da Helena'nın yanından ayrıldıktan sonra almıştım, sarhoş olmaya ihtiyacım vardı. İçmek kısmet olmadı, Sovyetlere dönmek zorunda kaldım. Orada da ithal yasağı var açıktan içemedim. Sonra da kendimce bir karar aldım, viskileri sadece Helena'yı düşündüğüm ya da ondan bahsettiğim zamanlarda azar azar içicektim. Bir gün bulursam da gerçek bir düğün yapıp misafirlere ikram edecektim, eğer bulamadan ölürsem de cenazeme katılanlara verilmesini yazdım vasiyetimde.

(ıslık çalar)
Size bir şişe ayırdım ıslığa gerek yoktu.
-Yok sağ ol da o şaşkınlık ıslığıydı. Şimdi bu viskiler, dur bakayım 64 yaşında mı, vay babanın canı. Sandığımdan daha değerliymişler o zaman. Neyse artık geç oldu kızlarla vedalaşıp yatalım. Ama yatmadan önce son bir şey yapmalıyız.

-Çay yerine kahve koysam

-Yok sen bir şey yapmayacaksın, yalnız viskinden birer kapak almam lazım. İçki hazırlıcam, kahveden daha iyi, zaten birazdan güneş doğacak, gün doğumunu izlerken içer, yeni bir gün başlarken bugünü noktalarız. Bu konuşmayı uzun zaman önce yapmalıydık. Bırak dağınık kalsın sebaştian, uğraşma.  Müzik setine caz koysana geri. Rakı bitti sanat müziği  zamanı da bittti.

-Teras bu evde en sevdiğim yer, bayılıyorum buraya. Bu arada nedir bu müthiş bir tadı var daha önce ikram etmediğiniz için kırılmadım desem yalan olur. Rafta böyle bir içki olduğunu bilseydim sizden gizli içebilirdim.

-(gülümser) Öyle şişeli bir içki değil bu, kokteyl. Bailey's coffee diyorlar, tadı konusuna gelirsek ben de böylesini içmemiştim, eski viskiyle daha bir güzel oluyormuş. Normalde de tadı güzel İrlandalıların  alkol konusundaki zevklerini takdir etmişimdir hep ama bu daha bir güzel. aklıma takıldı da, "gerçek evlilik" derken lafın gelişi mi gerçek dedin yoksa belirli bir sebebi mi vardı.

-Sizden de bir şey kaçmıyor. Belirli bir sebepten ötürü dedim, Ruslar gelmeden önce, yahudi rahip yamağı bizi evlendirmişti.

(tıkanır, gözleri yaşarır)-Az daha güzelim içkiyi püskürtüyordum, yahudi rahip yamağı mı dedin sen?

-Evet, çocuk yahudiydi, Almanlar ilerlemeye başladığında babam köyün rahibine yalvar yakar yamak olarak yanına aldırtmıştı. Çocuğun annesiyle babası ülkeyi terk etmek zorundaydı ama çocuğu yanlarında götürmeye güçleri yetmiyordu. Benden bir ki yaş büyüktü. Babama olan borcunu ödemeye fırsat bulunca sevinmişti. Müsaade varsa çekilebilir miyim?

-Çekilebilirsin Sebastian, masayı sonra toplarsın acelesi yok. İyi uykular. Sebastian biliyor musun bence senle Brezilya'ya gitmeliyiz, kemiklerine de iyi gelir. Hem değişiklik olur ne dersin?

-Göründüğünden daha sarhoşsun derim.

Sebastian gidip de tek başına kalınca telefonu eline alıp bir kaç arama yaptıktan sonra son kez güneşe bakıp yatmaya gider.
---------------------

5 ay sonra, telefon çalar.
-Tuncay Ergünen'in evi, buyrun?

-Tuncay bey, bendeniz Türkiye'nin İngiltere baş konsolosu Rahmi Yatkın. Büyükelçimin ricası üzerine yaptığımız aramanın sonuçlandığını söylemek için aradım. Yanınızda kağıt kalem varsa adresi vereyim.

-Öncelikle çok teşekkür ederim. Kağıt kaleme yok sadece ülke ve eyaleti söyleseniz yeterli

-İngiltere, Somerset. Başka bir isteğiniz var mı?

-Aslında var, iyi dinleyin.

Tuncay telefonu kapatır, iki arama daha yapar.

1 ay sonra, evin salonu, Sebastian salona girer.

-Efendim bu yaştan sonra beni cidden Brezilya'ya niçin sürüklediğinizi anlamıyorum. Karnaval benim neyime.

-Sızlanma Sebastian, otelde kalırsın karnavala gitmek istemiyorsan. sosyalleşmemi söyleyen sen değil miydin?

-Evet öyle dedim ama Taksim neyinize yetmiyor ki, ne bileyim sinemaya filan gitsek ya da tiyatroya.

-Uçak 3 saat sonra kalkıyor,. Vay vay vay, o kadar laf ediyorsun 5 dakika da 3 valiz hazırlamışsın kendine.

-Olacak o kadar ben hasta ve yaşlı bir adamım.

16 saat sonra, Brezilya saatiyle saat 9'da Rio de Jenerio Grand Hotele gelirler.

-Çekilmek için müsaade istiyorum efendim.

-Sebastian müsaade senin, benim saat düzenim kaydı biraz takılıcam lobide, sen odana çekilebilirsin.

Sebastian ayrılınca, planı gözden geçirmeye başlar. Gelecek 12 kişiyi beklemeye başlar. Güvenliği sağlamak için Brezilya'daki Türk büyükelçiliğini arar. Brezilya büyükelçisi de babasının arkadaşıdır. Yarım saat içinde 4ü Türk görevlisi ile 6 Cia ajanı oteli güvenlik çemberine alırlar. 1 saat sonra ziyaretçiler kapıdan girerler. Fotoğraflarını gördüğünden tanıması zor olmamıştır. Helena ile Sebastian'ın oldukça benzeştiğini fark etti. Ayağa kalktı, ufak kafile bir kişi hariç tastamam karşısındaydı
İngilizce

-Hoş geldiniz madam Kojler, bizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. İsterseniz başka dilde de devam edebiliriz nasıl rahat edecekseniz
Helana cevapladı.

-Hoş bulduk, dilinizi biliyorum, torunlarımdan biri Türkle evlendi. Türkçe devam edebiliriz.Davetiniz ve masrafları karşılamanız takdir ediyorum yalnız kötü haberlerin bir an önce verilmesini isterim. Bir an önce ne söyleyecekseniz söylerseniz. Bu arada madam değil matmazel evli değilim.

-Anladım özür dilerim,aileniz odalarına yerleşirken barda konuşabiliriz sanırım.

Lobideki 10 kişi hareketlenirken, Helena ile Tuncay bara geçti. Tuncay'ın sürekli kapıya baktığını fark eden Helena

- Bir sorun mu var, diye sordu.

-Sizi korkutmak istemem ama açıkçası olabileceğini düşünüyorum. Endişelenmenize gerek yok benim misafirimsiniz güvenliğinizi sağlamak için elimden gelenin fazlasını yapacağım. Her ne kadar konsoloslukta bu işlem yapıldıysa da emin olmak adına ben de sormak istiyorum. İsminiz Helena soy isminiz Kojler, babanızın adı Stephan von Gradal, annenizin adı Michelle. Babanız askerdi, 2. dünya savaşı esnasında Nazilerin generallerinden biriydi. 1942 ile 1944 arasında Polonya'daydınız. Anneniz savaş başlamadan 1940ta trafik kazasında öldü. Babanız 1944'te infaz edildi. Buraya kadar itiraz edeceğiniz nokta var mı?

-Son kısım hariç yok, infaz edilmedi, Ruslar köye girdiğinde çıkan çatışmada vuruldu.

-İlk adınızla hitap etmemde bir mahsur var mı?

 -Hayır devam edin.

-Helena, mahkemede değiliz, benim herhangi bir yetkim bile yok. Bu dostça bir toplanma, Polonya günlerinizden sonrasını özellikle savaş yılları ve hemen sonrasını dürüstçe anlatmanız benim için önemli. Daha önce bahsettiğim güvenlik sorunları yüzünden bunu istemek zorundayım. Babanızın 1944'ün haziran ayının 2. pazar gününde öldürüldüğünü biliyorum. Ya da şöyle yapalım Alexey ile hiç şahsen tanıştınız mı?

Yüzünde beliren soru işaretlerine rağmen cevapladı.

-Hayır, Sebastian bahsetmişti ama yüzünü hiç görmedim ne savaşta ne de savaş sonrasında. Buraya Sebastian'ın mirası için gelmedik mi?

Sebastian derken gözlerinden çakan ışığı gördüğünde doğru bir iş yaptığını anladı.

-Tam olarak öyle sayılmaz ama Alexey meselesi bir yerde onun mirası sayılır. Peki, Polonya'yı terk etmenizden 1946'da Sebatian'ı otelde bulmanız kadar geçen süreyi ana hatlarıyla anlatır mısınız? üstünden çok zaman geçti biliyorum ama hatırlıyor olmanızı umuyorum.

-Sebastian ve arkadaşlarından iki tanesi Polonya sınırından geçirip Almanya'ya götürdü orada bir başıma bırakıp ortalıktan kayboldular.  Yaklaşık bir aylık yolculuktu, savaş esnasındaki en zor zamanlarımdı, şoktaydım. Konuşma yeteneğim kaybolmuştu. Artık ölüme alıştığımı sanıyordum ama yanılmışım. Şoktan çıktığım zamanlarda öfke beni ele geçiriyordu. Yalnız kalınca aile dostumuza gittim. Bana para verip ülkeyi terketmek için belgeler hazırlattı. Önce İsviçre'ye geçtim,savaş bitince Hollanda'ya yerleştim. aslında İngiltere veya Amerika'yı tercih ederdim ama Alman olduğum için Hollandalı yetkililer mahkemeler süresince orada kalmaya zorladı. Oğlum İsviçre'deyken doğmuştu. Hollandalı yetkililer güvenliğim için yeni bir soyadı seçmemi istedi. Ben de aklıma ilk gelenini, Sebastian'ın soyadını seçtim. Soyismimiz Kojler oldu.

Masada o ana kadar dik olan omuzları çökmüştü, gözleri dalıp gitmişti. Duraklama esnasında detaylı gözleme fırsatı bulmuştu Tuncay. 1.75 boylarında, orijinalini sarı olduğu belli olan gümüşi gri saçları topuz şeklinde ensesinde toplanmıştı. Duruşu itibariyle dışardan bakan 65-75 arası tahmin ederdi yaşını. Kilosu 60 civarında yaşına göre atletik sayılabilecek vücudu vardı. Gözleri ela ile yeşil arasında gidip geliyordu. Yüzündeki kırışıklar olmasa rahatlıkla 50 yaşında diyebilirdiniz. Düşüncelerinden sıyrılıp söze devam etmeye başladı Helena.

-1946 yazının sonlarına nikahımızı kıyan rahip yamağı gelip buldu beni. Sebastian'ın kaldığı yeri söyledi, gidip görmemi rica etti. Kızgınlığım geçmişti oldukça ama hala öfkeliydim. Yine de gittim bir açıklama yapar belki diye, en azından çocuğumuz olduğunu bilmek hakkıydı. Ama oldukça değişmişti, daha sert ve sessiz biri olmuştu. Ne bir sevinç emaresi gösterdi ne de başka herhangi bir duygu. Öfkem tepeme çıktı bağırıp çağırıp çıktım. Ama güvenliğim konusunda dediğini göz ardı etmedim. İlk fırsatta İngiltere'ye yerleşip kıta Avrupasıyla bağımı kestim.

- Alexey bulmadı yani sizi, haklıymışım.

-Bütün bunların ne demek olduğunu neden burada olduğumu söyler misin artık? Alexey'in peşinde misiniz yoksa Sebastian mı öldü, üstünde yarım asır geçmiş bir olayı niçin didikliyorsunuz?

-İkisi de kısmen doğru. Alexey muhtemelen öldü ama hala meselem var kendisiyle. Sebastiana gelirsek şu an yukarda ölü gibi uyuduğuna eminim.

Helena'nın tepki vermesini beklemek için durakladı, lakin fazla bekletmeden tepki geldi.Heyecan korku inanmamazlık arası bir sesle

-Nasıl yani ! Sebastian şu an burada mı? Baştan niye söylemiyorsunuz bunun için geldiyseniz, bu yaptığınız çok ayıp 81 yaşındayım her hastalıktan var, yaşlı insanlara böyle davranmamalısınız. 1 saattir neler düşündüğümden haberiniz var mı?

-Alın şu suyu için öncelikle. Sebastian'ın da sizin burada olduğunuzdan haberi yok. Uçak yolculuğu yorduğundan yatıyor. Biraz daha konuşmamız gerekiyor ondan sonra oda numarasını söylerim. 60 sene aradan sonra da olsa seven iki insanı kavuşturmak istedim. Neler yaşadığını size kendisi anlatır benimle ilgili kısma gelirsek, mülteci olarak Arnavutluktayken dedem koruması altına almış o günden beri bizimle. ailenizden bir kişi henüz gelmedi, endişelenmeye başlamalı mıyım? bir diğer sorum da siz yukarıdayken ailenize ne dememi istersiniz? Sizi buraya getirmek için söylediğim yalana devam mı edeyim yoksa  başka bir şey mi söyleyeyim.

- Jasmine Fransa'daydı. Saate bakıp devam eder. 2 saat içinde uçağı inmiş olur rötar yapmazsa. Aileme Sebastian'ın savaş esnasında kaybolduğunu söylemiştim. Bulduğunuzu söylersiniz. Ben de bir şey sorabilir miyim, peşimizde birilerinin olacağını mı düşünüyorsunuz? niçin böyle tedirginsiniz?

-Evet olabileceğini düşünüyorum, lanet olası Ruslar işte. Kızı alması için birini yollarım.  İsterseniz siz de biraz dinlenin akşam 5 gibi görürsünüz oda numarası 406. Bu arada Sebastian'a karşı biraz nazik olursanız makbule geçer o da yaşlı. Son demlerinizde birbirinizi kırmanıza gerek yok, babanızın olayında mecbur kalmış, sizi korumak için yapmak zorunda olduğu şeyi yapmış.

Helena gözlerini dikip karşısındaki genci süzdü baştan aşağıya. Organizasyonun başında kendisini karşılayacağını umduğu yetkiliden en az 25 yaş daha gençti, 20lerin ortasında, kahverengi gözlü,sportif görünüşlü, yere sağlam basan, derin bakışları olan, ciddi görünüşlü ama hassaslığı da her halinden belli olan uzunca bir gençti. 1.80 vardı boyu, biraz zayıf duruyordu ama güçlü olduğunu tahmin ediyordu. Duruşundan kontrol ve güven yayılıyordu, kendinden emindi. Ajan mı diplomat mı kestirmesi zordu, gerçi yetkim yok demişti ama otoriterliği ve güvenlik görevlilerinin ona karşı tavırları tam yetkili olduğu izlenimi veriyordu. İçi biraz rahatlamıştı, sanırım bu delikanlıya güvenebilirdi. Dediği gibi ilk aşkıyla buluşmasına vesile olduysa torunu kadar da severdi çok rahat. Sebastian'a değer verdiği belliydi, acaba başkasıyla evlendi bu da torunu mu diye düşündü, sonra hızla kafasından attı bu düşünceyi.

-Haklısın gidip ben de yatayım, akşam yemeğinde görüşürüz o zaman. Jasmine gelince bana mesaj atmasını söyler misiniz?

-Tabii ki.

 Güvenliği son kez kontrol edip bara geçti, kızı kendisi karşılasa daha iyi olacağını düşündü. Barda bir saat kadar oyalanıp havaalanına gitti. Uçağın rötar yaptığını öğrenince geri döndü. 4'te iniş yapacakmış, Türk personelden birini almaya yolladı.


Saat 4 civarı koruma polisi Jasmine'i almak için yola çıktığı esnada, 406 numaralı odanın kapısı çaldı. Uyku sersemi Sebastian söylenerek kapıya doğru yöneldi.

-Çekilmek derken uyumayı kastetmiştim efendim, saat farkı yüzünden yaşlı bedenim alt üst oldu, en azından akşam yemeğine kadar bekleyemediniz..

Karşısında gördüğüne inanmadığından gözlerini ovuşturdu.

-Lanet olsun Tuncay beyin beni Brezilya'ya getirmeyeceğini bunun rüya olduğunu anlamalıydım, zaten karnaval da başlamamış daha.

Kadın gülümsedi, gülüşü kırışıklıklarla kaplı yüzünü şeklini değiştirdi.

-Rüya değil Sebastian, benim Helena. Senin Tuncay bey ikimize de ters köşe yapmış anlaşılan. Rio karnavalı Ocak ayında yapılıyor, şu an ekim ortasındayız.
 Fark etmeden lehçeye dönerek konuştu Sebastian,

-Kahretsin bunu nasıl fark edemedim ben, sandığımdan daha yaşlı beynim sanırım. Bir saniye sen demin Türkçe mi konuştun?

-Lehçeyi unutmamana sevindim, evet Türkçe biliyorum, torunum yani torunlarımızdan biri Türkle evlendi.
şaşkınlık içindeki Sebastian,

-To-torunlarımız mı var kaç tane?

-Chris'in bir kızı oldu. Adı  Brianna, Yavuz isimli bir Türk genciyle evlendi. İki çocukları var, Brigette ve Abraham. İkisi de evli ve ikişer çocukları var. Eşlerinin isimleri ...

-Dur biraz zaman ver kafam bunları alamayacak kadar yaşlı. Tanrım o kadar uzun zaman geçti ki, uzun zorlu zamanlar. Tuncay bir şey sordu mu? Aklında ne tilkiler dönüyor bu çocuğun bilebilmek isterdim.

-Alexey'den bahsetti, seni otelde nasıl bulduğumu filan sordu, bir de ..
duraksar aralarındaki hassas mevzudan nasıl bahsedeceğini bilemez. Bir de sana fazla yüklenmemi babamla ilgili konuda mecbur kaldığını söyledi.

-Sen ne dedin peki, tehlikede olabileceğinizden de bahsetti mi?

-Senin kaldığın yeri rahip yamağından öğrendiğimi Alexey ile hiç karşılaşmadığımı ve 44-46 arasındaki hayatımın ana hatlarını söyledim. Gerçeği anlattım yani, tehlikeden üstü kapalı bahsetti ama endişelenmemi söyledi. Gerçi Jasmine geç geleceği için biraz kaygılıydı ama
Sebastian'ın boş bakışlarını fark edince ekledi.

-Torunlarımızdan Abraham kızı. Karşılaması için birini göndereceğini söyledi. Tuncay ne iş yapıyor tam olarak?

-Aslında hiç bir iş yapmıyor işsiz kendisi şu an, o yüzden kendine meşgale ararken bu konuyu buldu.
şaşkınlığını üstünden atıp gülümsemişti.

-Helana baban konusunda çok üzgünüm, otelde o şekilde davrandığım içinde. Sizi bunca yıl yalnız bırakmak zorunda kaldığım için de üzgünüm. Savaş şartları ve Alexey yakamı bırakmadı bir türlü. Sen gittikten sonra asker oldum ardından istihbaratçı. Sovyetlere bırakamayacağım kadar bulaştım. 56da Alexey'i öldürüp Sovyetleri terk ettim. Mülteci oldum, peşime birilerini salacaklarını bildiğim için de seni aramaya korktum. Brezilya'ya gelene kadar 40 yıldır Tuncayların evinde kaldım hiç dışarı çıkmadan. Her gün seni düşündüm, o oteldeki konuşmalarımız için her gün binlerce küfür savurdum kendime beni affedebilecek misin?

İkisinin de gözleri dolmuştu, ağladı ağlayacaklarken araya otel görevlisi girdi.

-Böldüğüm için üzgünüm efendim ama akşam yemeği saati geldi , lobiden bekleniyorsunuz.
Asansöre doğru giderlerken Helena usulca Sebastian'ın dudaklarına bir öpücük kondurdu,
-Ben seni çoktan affettim ki, affetmesem o otele hiç gelmezdim.
-Tuncay bunda da haklı çıktı nefret ediyorum bundan.
-Düşünme bunları ailenle tanışacaksın birazdan

Otel lobisine indiklerinde Jasmine hariç herkesin orada toplandığını gördüler. Helena usulca Sebastian'ı ailesine tanıştırırken Tuncay kapıyı görecek şekilde oturmuş dışarısını izliyordu. Aile saadetlerine karışmamaya karar vermişti. Neden geciktiklerini düşünürken, havaalanına yolladığı Yusuf yanında, güneş gibi parlayan sarı saçlı manken gibi bir kızla içeri girdi. Kız lobiye , Yusuf kendisine doğru seğirtti. Tuncay güçlükle gözlerini kızdan alıp, Yusuf'a baktığında hemen arkalarında paltolu karanlık yüzlü iri kıyım birinin kapıya yaklaştığını gördü. Saniyelik zaman diliminde önce Yusuf sonra diğer iki personelle göz teması kurup başıyla işaret etti. Bu esnada ayağa kalkmış kızla kapının arasına doğru yönelmişti.

Türk güvenlikçiler müdahale edemeden adam içeri girdi paltosunun altından otomatik tüfeğini çıkardı. Silahı lobiye doğru doğrulttu. Sebastian da o an adamla göz göze geldi, dehşete düşmüş gözlerle izliyordu.  Yusuf İngilizce olarak "herkes yere yatsın" diye bağırdığında, çoğu insan silahı fark edip yere atmıştı kendini zaten. Tuncay adamın sol çaprazında kalmıştı. Aralarındaki 3 adım mesafeyi aşıp omzuyla vurdu. Vuracağı sırada adam yan dönmüş Tuncay'ın omzunu omzuyla karşıladı. Darbe ikisini de geriletti, adam daha toparlanamadan Tuncay silkelenip silahlı koluna bir tekme attı. Bu esnada diğer 4 görevli de olaya müdahil olmuştu mücadele çok uzun sürmedi.

Lobidekiler şaşkınlık içinde tepki veremeden izliyordu, bardaki bir adam alkışlamaya başlayınca sürü psikolojisiyle herkes alkışlamaya başladı, Sebastian dışında herkes. Tuncay, Yusuf ve yanındakine bir şey söyledi. Kısa süre kendi aralarında tartıştılar. Yusuf'un itiraz ettiği anlaşılıyordu ama bir süre sonra itirazı kesti. Yanlarına bir kişi daha alıp, saldırganla birlikte otelden çıktılar.

Tuncay yanlarına gitti
- Endişelenecek bir şey yok, durum kontrol altında.
Sebastian sert ve soğuk bir sesle
-Nereye götürüyorlar onu, polisi niçin beklemediler.
Tuncay aynı soğuk dille
-Büyükelçiliğe diye yalan söyledi.  Sebastian senle barda biraz konuşabilir miyiz?
-Büyük bir zevkle efendim.

İkisi barın kuytu bir köşesine geçtiler, Helena ve diğerleri şaşkın bakışlarla bir süre izleyip kendi aralarında sohbete daldılar. Jasmine hariç, kız hala yarı şoktaydı , tutulmuş bir vaziyette annesine sarılmış sessizce duruyordu.

-Tüm bunlar ne demek oluyor Tuncay bey, beni yem olarak mı kullandın nereye götürdüler o adamı ve geleceğini nereden biliyordun.

Yakasına yapışması an meselesiydi, bardakilerden bir kaçı müdahale edip etmemeyi bir süre tarttıktan sonra karışmamaya karar vermiş gibi bir süre ilgilenip sonra önlerine döndüler.

-Sakin olur musun Sebastian. Hayır sizi yem olarak kullanmadım, bunu ayarlamak ne kadar vaktimi aldı biliyor musun? Teşekkür edeceğine yaptığına bak. 60 yıllık aşıkları kavuşturdum ama evet bunu bekliyordum, sen beklemiyorsan şaşarım. Bana anlattıklarını düşün, bu riski biliyordum ve almaya karar verdim. Gördüğün gibi de bir şey olmadı. Birazdan şahsen sorgulayacağım adamı, peşinde başkası varsa öğreneceğiz. Anlamıyor musun Sebastian, uşaklıktan emekli oluyorsun bu senin emeklilik partin. Şimdi iki soruma cevap ver gitmeden önce. Birincisi Alexey'in öldüğüne emin misin? İkincisi gerçekten babamın ölümüyle peşindeki Rusların alakası olduğunu düşünüyor musun?

Sebastian öyle bakakaldı, bu öfkeyi daha önce hiç görmemişti, Tuncay'ın babasının intikamını almayı bırak buna üzüldüğünü bile sanmıyordu. ama şu an karşısında intikam ateşiyle yanan gözler görüyordu. Karışmamaya karar verdi.

-4 kurşun sıktım ve binayı yaktım, eminim. Babana gelince %90 Rusların işiydi.

-Sebastian şimdi iyice düşünmeni istiyorum, elinde Makarov var, 4 kurşun sıktın , nereleri hedef almıştın?

-Bunun ne önemi var, birine 4 kurşun sıkarsan ölür özellikle de tutan el keskin nişancıya aitse. Ama çok merak ettiysen göğsüne ateş etmiştim. Ayrıca ya yakalayana kadar ateş etseydi ne olacaktı?

-Sebastian, sence neden Rio'dayız, karnaval yok fark etmişsindir, ayrıca o masalı yediğine inanamıyorum. Burayı bilinçli olarak seçtim, iki nedeni var. Birincisi buradaki büyükelçimiz babamın arkadaşı. İkincisi burada bir Rusu 300 metre öteden ayırt edebilirsin. Latin ve Rus çeteleri de birbiriyle anlaşamazlar, yerli birini gönderemezlerdi yani. Zekama hakaret etme, kimseyi tehlikeye atmadım. Ayrıca bu adamı Spetsnaz eğittiyse, Rusya'nın işi zor.

-Dikkatli ol, güvenliği denemek için yollanmış olabilir.

-5 kişi var etrafı gözetleyen, polisler de devriye atıyor. gönderdiğim 3 kişide 3 saat içinde otele geri dönecek. Güvende sayılırsınız.

-Ben burayı değil gideceğin sorguyu kast etmiştim. Bu iş sadece zekayla olmaz, serttir Ruslar kolay çözülmez, profesyonel biriyle sorgula.


Tuncay bir şey demeden uzaklaşırken, otelin haber verdiği polisler gelmişti. Amir olduğunu tahmin ettiği kişiye yönelip, adamın Türkiye'nin büyükelçiliğinde olduğunu söyledi. Polis küfürler edip otelden büyükelçiliğe doğru gitmeye başladı. Büyükelçilik göstermeyeceğini söyleyecekti. Brezilya'daki Türk büyükelçisi, Mesut Pazarcık babasının dostuydu, bir anlaşma yapmışlardı. Yakaladıkları adam limanda bir konteynıra tıkılmıştı.

2 saat sonra limandaydı hava kararmıştı. İçeri girdi, Yusuf yanında Cia'yten Jack kod adlı biriyle bekliyordu. Jack'e yaklaştı. İngilizce olarak "bizi görmedin bu adam da burada yok, amirin sana gerekeni anlatır" dedi. Jack eli kulaklığında uzaklaştı. Yusuf'a döndü
-Otele dön, tek olmadığına eminim, başkası ortaya çıkarsa indirin. Önce vurun sonra sorun anlaşıldı mı?
Yusuf adamın yetkisi olmasa bile itiraz etmenin anlamı olmadığını anlamıştı oteldeki tartışmadan. Bir şey demeden arabasına yöneldi.

 Tuncay içeri girdi, içerde sadece iki masa ile bir sandalye vardı. Üniversitede Rusça öğrenmişti.  Rusça olarak adama,

-Şimdi bana bazı şeyler anlatacağın bölüme geldik.
adam dönebildiği kadar sağa dönüp yere tükürmekle yetindi.

-Konuşmayacağını biliyordum zaten, neyse sana durumunu anlatayım Rus yeraltının ulaşamayacağı bir yerdesin. İkimiz de şu an burada değiliz, yani seni öldürsem bile kimsenin haberi olmaz. Ama öldürmeyeceğimi, en azından şimdilik ikimiz de biliyoruz. Her şeyi anlatman yerine spesifik soru sormayı deneyeyim, o da olmazsa centilmence olmayan yollara geçerim mecbur. Burada olmaya meraklı olduğumu sanma sakın. Otelde gayet iyiydim.

Bunları söylerken, adama iyice yaklaşmış, göz ucuyla bağlarını kontrol etmişti. Kulağına eğilip,

-Sebastian'ı nasıl buldunuz ve bu emri kim verdi?

Rus
-Cehenneme git, benden laf alamayacaksın.

Gülümseyerek suratına iki yumruk salladı. Rusun dudağı patladı, kan tükürdü yere, karşısındakinin ciddiyetini anlamıştı.

-Gideceğim ve emin ol orada da seni bulacağım. Emri kim verdi, senden başka kimi gönderdiler? Bir an önce konuşman hayrına olur, burada 2 ay kalmayı planlıyorum. her günümü seninle geçireceğimi sanmam. Bir hafta içinde konuşmazsan ondan sonra iki günde bir gelmeye başlarım. Hayatta kalmana yetecek yemekten fazlasını bulamazsın. Sana yapacağım işkencelerden bahsetmiyorum bile
Yine eğilerek,

-Emin ol bu konuda seni eğitenlerle kapışabilirim.
dedikten sonra apış arasına tekme attı.

Rus pis pis sırıtarak
-Tüm yapabildiğin bu mu, elinden geleni ardına koyma. Bir halt bilmiyorsun

-Bilmiyorum ama öğreneceğim, öyle veya böyle.

Diğer masanın başına gitti. bezi yaydı. çeşitli aletler vardı. Daha önce hiç kimseye işkence yapmamıştı ama buradaki Cia'den brifing almıştı kullanımlarına dair. CIA ile başlarını bulunca hepsini teslim edeceğine dair antlaşma yapmıştı. Sebastian hala CIA'nin sorumluluğunda olduğundan yardım edip yapacaklarına göz yummayı kabul etmişlerdi.

Rus göz ucuyla masaya bakıp yutkundu. dayanabileceğini biliyordu ama karşısındaki adam deliye benziyordu, zor bir gece olacaktı.
-Şimdi Dimitri, başka şans  bırakmadığın için, işkence yapmak zorundayım sana. Umarım rahatsız olmazsın.
Rusu rahatsız eden, görüntüden ziyade ses tonuydu. Çocuğuna laf anlatan baba gibi sakin bir sesle konuşuyordu, salyalar saçarak küfretmesini tercih ederdi ama düşündüklerini belli etmedi.

-Bu biraz acıtacak yoldaş, aslında alışık olduğun işkencelerden daha fazla acıtacak. Nedenini merak ediyorsan, sen ilk işkence etttiğim kişi olacaksın. Yani anılarımda yerin olacak unutulmayacaksın tabi bunun bir de karşılığı var, senin için hoş bir şey değil, acemi olduğum için canın daha fazla yanacak.

Ardından kerpeten ağzına daldı, çıktığında bir azı dişi tutuyordu.

Sabaha karşı 4 gibi limandan ayrıldı. Konuşmamıştı, zaten ilk gün konuşmayacağını tahmin ediyorlardı. Adamın canına okumuştu yalnız, gurur duymuyordu yaptığınla ama pişman da değildi. Babasının intikamını alacaktı.

Bir kaç saat uyuyup kimseye görünmeden aşağı indi. Barda bir şeyler yeyip limana gidicekti. Jasmine'in yanına geldiğini fark etti. Heyecanlanmasına şaşırdı, ama aslında Zeynep'e oldukça benziyordu. yani tipim diyebileceği gayet hoş ve çekici bir kızdı. Sebastianla pek benzer yanını göremedi. Kız dibine gelip masayı işaret ederek,
- Eşlik edebilir miyim dedi.

Konuşamadığından sandalyeyi çekip oturabileceğini gösterdi. Jasmine gösterilen yere oturup konuşmaya başladı.
-Dün sanırım hayatımı kurtardınız, sanki olacakları tahmin edip de orada bekliyormuşsunuz gibi geldi. Yine de teşekkür ederim.
Tuncay güçlükle kendini toparlayıp cevap verdi.

-Bir şey değil ve evet benzer bir şeyi bekliyorduk. Büyük dedenizin peşinde geçmişin hayaletleri var. İçinizi ferah tutun, bu ülkeden ayrıldığınız da o hayaletler avlanmış olacak. Şimdi gitmem gerekiyor, ailenizin birleşmesini kutlayın, güvenlik meselesini ben hallederim.

Jasmine'i orada düşünceleriyle baş başa bırakıp aceleyle otelden çıktı. Yeni tanıştığı büyük babası yeterince kafasını karıştırmışken bir de bu çocuk çıkmıştı. Sanki kendisinden kaçıyordu, oysa daha dün hayatını kurtarmıştı, biraz garip biri gibi gelmişti. hem Brezilya'da sabahın 6sında iş mi olurdu? Brezilyalıların esnek zaman kavramlarıyla meşhur olduğunu biliyordu.

Tuncaysa aklından kız çıkarmak için tüm gücüyle uğraşıyordu. Şu an olmazdı, bu adamı konuşturmak için aklına fikir gelmişken olmazdı. Akşam yatarken aklına gelmişti, bu blöf tutarsa adam çözülebilirdi. Çok fazla vaktini harcamak istemiyordu onunla. Limana gelince sertçe park etti. Konteynıra daldı. Adam uyukluyordu. kovayı suyla doldurup üstüne boca etti. Adam çırpınmaya başladı. anlaşılan bu kadar erken beklemiyordu.

-Uyandırdım mı Dimitri, tabii ki uyandırdım. Artık kusuruma bakmayacaksın, baksan da umrumda değil ya neyse. Bugün başka konudan bahsedicez, Dünkü sorunun cevabını öğrendik. Artık sana ihtiyacım kalmadı, yeni sorunumuz seni nasıl öldürmem gerektiği. Patronunla konuştuk, kendisi buraya geliyor, anlaşma sağlayacağız ön şart olarak senin beceriksizliğini cezalandırmamızı istedi.

Rus şüpheli gözlerle bakıyordu.
-İnanmıyor musun adını vereyim o zaman.
Yüzünü Rusun yüzüne nefesini hissedecek kadar yaklaştırıp, tepkisini izleyebileceği uygun mesafeye çekildi.
-Alexey Vladimir Petroviç
Rusun yüzü karardı, blöfü tutmuştu. Devam etme vaktiydi.

-Şimdi önümde iki seçenek var, ya seni öldürür patronunla anlaşırım, ya da sen sorularıma cevap verirsin, seni Amerikalılara teslim eder patronunu öldürürüm. Seçim senin.

Rus teklifi kafasında evirip çevirip seçeneklerini tarttı. adam ciddiyetini bozmuyordu, blöfse bile emaresi yoktu ortalıkta, ayrıca tam adını vermişti. Kendi kıçını kurtarmak için tek şansı buydu. CIA 15 yıl içeri tıkıp sonra salardı ölmekten iyiydi.
-Tamam konuşacağım. Ne bilmek istiyorsun?

-İlk soru, Brezilya'ya kaç kişi yolladı.

-Benimle beraber 2 kişi, ekstra güvenliği tahmin etmiyordu.

-Savaş Ergünen sana bir anlam ifade ediyor mu? İyi düşün 6 yıl önce Moracco'da.

Rus hatırlamıştı ama alakayı anlayıp kendine avantaj sağlamanın yolunu arıyordu. Karşısındaki belinden tabancayı çıkardı.Tam otomatik bir Smith Wesson, emniyeti açtı. Ayaklarını yere vurmaya başladı. Şakasının olmadığı belliydi.

-Evet hatırlıyorum, Sebastian'ın izini sürerken rastlamıştık. Alexey kendi eliyle ayarladı araba kazasını. Yerli polislerin sallamayacağını biliyordu. Bu kızın izini de Savaş sayesinde bulduk. O da iz arıyordu, kulağımıza geldi, bizden daha ilerideydi. Soy isim ve ülkeyi öğrendikten sonra kurtulmuşlar adamdan. Ben yoktum o gün yanlarında, Alexey ile Sergei'nin anlattıkları bunlardı.

Adamın sinirlendiğini görünce ilave etti

-Yemin ederim bu konuda başka bir şey bilmiyorum.
Adam bir süre sinirli şekilde volta attı, bir şeyler planlıyordu. Rus tedirgindi, CIA konusunda şüpheye düşmüştü. CIA bir Türk diplomatın ölümüyle ilgilenmezdi, büyükelçi olsa bile. Topuklarının üstünde kendisine doğru döndü adam.
-Sana güvenmiyorum ama o Alexey piçine hiç güvenmiyorum. Buraya kendisi gelmeyecektir ama bana kendisi lazım, bana yerini söyle, şu an seni salarsam senin de peşine düşecektir. Kendi kıçın için yerini söylesen iyi olur söylemezsen seni önüne atar ininden öyle çıkartırım.
Çenesinden sertçe tutarak sordu
-Beni iyice anladın mı? Bana muhtemel adreslerini ve buradaki diğer elemanın görünüşü ve ismini ver. Ondan sonra CIA'nin malı olacaksın, artık sana ne yaparlar bilemem.

Telefonunu çıkartıp, bir numara tuşladı. Konteynırın dışına çıkıp 5 dakika konuştuktan sonra geri döndü.

-Seni almaya geliyorlar bi yarım saat sürer.
Rusun ağzına sigara yerleştirip yaktı. Bir tane de kendine yaktı.

-Telefon etmek istediğin biri varsa hoparlör açık arama yapabilirsin, Amerikalıların buna izin vereceklerini sanmam.

Rus şüpheyle süzdü, oyun mu oynuyordu. Karşı numaraya yer tespiti yapabilirlerdi, ama ailesinin bu işlerle alakası yoktu zaten. Kabul etse iyi olurdu, adam haklıydı. Numarayı söyledi, adam telefonun hoparlörünü açıp dışarı çıktı, dinleme zahmetine bile girmedi. Rus içten içe takdir etmişti delikanlıyı, öğrenmek istediği için her şeyi yapmıştı ama kişisel intikam için kılını bile kıpırdatmamıştı.

Tuncay otele döndü, CIA yetkilisi Nicholas beklemesini söylemişti.  Diğer adamın peşindeydiler, Nicholas adamların kırmızı bültenle arandığını söyledi. Terfi kokusu alıyordu, gönülsüz girdiği iş onun için iyi yere doğru gidiyordu, benimle bağını koparmak istemiyordu anlaşılan.

Bir kaç gün otelde takılıp turistik geziler yaptık Sebastian'ın ailesiyle, ilk haftamız bittiğinde diğer elemanda yakalanmıştı. Tehlike geçtiğinde torunlar ve torunların çocukları-Jasmine hariç- işlerinin başına dönmek istediler.  Sebastian ve yaşlılar bir hafta daha kalacaklardı. Jasmine ile muhabbetimiz gelişmişti hoşça vakit geçiriyorduk.

Breziya'daki 8. gün, Nicholas telefonla oradaki merkezlerine gelmemi istedi. Binaya girdiğimde tüm ajanların yüzünde biraz şaşkınlık vardı. Nicholas anlatana kadar anlam verememiştim. Bunlar Rusu aldıklarında adamın haşat vaziyetini görmüşlerdi, kendine gelmesi 5 gün sürmüştü. Adam kendine geldikten bir kaç gün sonra, ona hiç bir şey yapmayan CIA ajanları yerine, kendisini o hale getiren benimle konuşmak istemesine CIA anlam verememiş. Hepsi tuhaf bakıyordu Tuncay'a ama Tuncay anlamıştı.  Rus kendisine güveniyordu ve anlaşma karşılığında bildiklerini anlatacaktı. Anlaşmayı güvendiği biriyle yapmak istemişti. Tutulduğu hücreye gitti, tahmin ettiği gibi Dimitry isteklerini söyledi, senden başkasına da güvenmem dedi.

CIA merkezindeki toplantı odasında 6 ajanla görüşmeye gitti. Dimitry'in isteklerini söyledi, cezasında indirim, ceza alırsa maksimum güvenlikli hapishanede yatmak, cezası bitince kimlik değişikliği ve Amerikan vatandaşlığı ve kendisine iş kurulması. Karşılığında Vladimir'in tüm pis işlerini anlatacaktı. Nicholas o bilgilere değeceğinden emin değildi. Gerçi istekleri de fazla değildi ama ne alacağından emin olmak istiyordu.

-Nicholas, bahsettiğimiz Vladimir, eski polütbüro üyesi, sovyet generali, dengesiz sadistin teki. Bağlantılarını yapabileceklerini sen tahmin et. Nükleer silah pazarına bile girmiş olabilir, eski askerler eski komünistlerden kendi ordusunu kurmuştur. İnterpol aramıyor muydu bunu?

-İnterpol bu ikisi ve diğer adını verdiğin adamı arıyor, Vladimir'i sordum, şüpheleri varmış ama kanıtları yok onu aramıyorlar. Adamın pis işlere bulaştığını biliyorlar ama kendini kenarda temiz tutuyormuş.

-Birinci elden tanıklı yeterli kanıt değil mi, bırakın adam anlatsın. Bildiklerimizi  kullanarak tepesine bineriz.

-Birincisi biz diye bir şey yok, öyle bir şey olsa bile sen gelmiyorsun, bu ,Rusa yaptıklarını gördük. Brezilya'dan sonra ülkene dönüyorsun.

Sert, kibar ama soğuk sözlerle kelimelerin üstüne basarak Tuncay konuşmaya başladı.
-Gözlerime iyice bak Nicholas, o piç babamı öldürdü. Senle anlaşma yaparken patronu sana vereceğimi söylemedim hiç. Adamları senin Alexey benim, o piçin mahkemelere düşüp yaştan dolayı salıverilmesine müsaade edeceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. Siz olun veya olmayın Vladimir'in ölümü benim elimden olacak, bu ellerden. Adresini biliyorum ve beni durduramazsınız. Bir şey daha Dimitry'e verdiğiniz sözlerin de takipçisi olacağım, kandırmayı aklından bile geçirme.

Ajanlar amirlerine posta koyuşunu sonra da amirlerinin sessiz kalışını, endişeyle izlediler. Anlaşması kabul edilecekti, ardından söylediklerinin durumuna göre CIA tutum belirleyecekti. Sorguya başladım, daha doğrusu dinlemeye. Dimitry tamamen çözülmüştü. Her şeyi anlattı, müdahale etmeme gerek bile kalmadan. Vladimir Petroviç Sebastian'ın tarifinde de pis bir adammış. Yemediği halt kalmamış domuzun.  Nicholas Langley merkeze rapor verdi, merkezden operasyon için yeşil ışık yandı, planlamayı Nicholasa bırakmışlardı.

Planlama konusunda da tartışma yaşandı. Nicholasın yardımcısı Jack, kirli askeri müdahale istiyordu. Ukrayna'nın ufak bir kentinde Rusya'nın dibinde bunu yapabileceklerine inanıyordu. Nicholas kararsızdı. Jack ayrıca benim bu operasyonun dışında kalmamı, Vladimir'i sorguladıktan sonra istediğimi yapmak üzere bana verilmesini istiyordu. Söze karışmak zorundaydım artık.

-Nicholas, biliyorum burada Ruslarla kapışmalarınız olmuştur. Ama Rusya'nın vatanında işler farklıdır. Bu adam polütbüroda generaldi. Yaşadığı yerdeki herkesin ona çalıştığını, yerel yönetim içinde ve Rus hükümetinde koruyanları olduğunu varsaymamız gerekli. Jack ister kabul et ister etme ben bu işin içindeyim, benim yardımıma ihtiyacınız var. Swat usülü baskın Amerika'da belki işe yarar ama Rusya'da değil.  Adamların silah ticaretinde olduğunu biliyorsun, saklandıkları yerden ellerinizi kaldırıp dışarı çıkın deyince çıkacaklarını mı sanıyorsunuz? Direnirler, ağır silahlarla direnirler, lokasyonun avantajını kullanırlar, kaçış yollarını belirlemişlerdir bile. Bir kaç tanesini öldürürsünüz, sizden bir kaç kişi ölür, önemsiz adamları yakalayıp asıl hedefimiz olan Vladimir ve Nikolai kaçıp gider.


Jack köpürüyordu ama Nicholas söze girince bir şey diyemedi.

-Ne yapmamızı öneriyorsun peki? aklında daha iyi bir plan mı var?

-Aslında var ama operasyonun komutasını almadan anlatmaya niyetim yok. 2 gününüz var, merkezle aranızda anlaşın ve bana haber verin. Güç değil kurnazlık içeren bir plan.

Otele geri döndüm, onay alacağımdan emindim. Sebastian ve ailesinden kalanlarla özellikle Jasmine ile konuşmalıydım gitmeden önce. Sebastian'ı buldum, herkesi odasında toplamasını istedim, hepsi bilmeliydi. 1 saat sonra odaya girdim, herkes bir köşeye oturmuş merakla bekliyordu.

- Sebastian size ne kadarını anlattı bilmiyorum ama bu buluşmanın bu kadar gecikmesinin bir sorumlusu vardı. Sebastian'ın geçmişinin hayaletleri. Brezilya'da olan iki tanesi yakalandı. Asıl sorumlunun yerini biliyoruz, burada toplanma sebebimiz de bu. Yetkililerle beraber ben de Alexey denen bu adamın peşinden gidiyorum. Sizin buluşmanızı engelleyen bu adam benim de babamı öldürdü. Vedalaşmayı yarın yaparız, bu akşam fiesta zamanı. Sebastian senle özel konuşabilir miyiz?

-Ben de onu diyecektim efendim.

Tuncay'ın odasına geçerler.

-Siz ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz? Alexey'i yakalamak size mi kaldı? Ne askersiniz ne ajan

-Dimtry'i konuşturdum ama tek başıma hem de. Hatta Dimitry ile Amerikalılar arasında anlaşma da sağladım. Bana mecburlar, Alexey Ukrayna'da. Amerikalılar kabak gibi sırıtırlar orada. Sana planımı anlatıcam, fikrini istiyorum. Yalnız ondan önce şunu söyleyeyim. Otel 15 günlüğüne tutuldu, masrafları ödendi. 15 günden fazla kalacaksınız kendi başınasın kusura bakma. Uçak biletleriniz de alındı, sana veririm hepsini.

-Tamam, kim ödedi diye sormuyorum. Planını anlat

-İki fikir var aklımda, ilki Dimitryi kullanmak ama riskli. İkincisi daha iyi olanı, seni kullanmak. Öyle bakma o şekilde değil. Ukrayna'ya gidip, bilgi satmak istediğimi söyleyeceğim. Babamın olayını ve seni ima edip elimde adres var diyeceğim. Alexey'in saplantısı devreye girecek, daha güvenli bir yere gidelim diyeceğim yolda, paketlicez onu ve sağ kolunu. İlk mekandaki adamları CIA ve İnterpol enseleyecek. Kalanı polislerin işi.

-Yaşadığına emin misin? onu nasıl öğrendin?

-Sezgi diyelim dostum, sen makarovla vurdum deyince şüphelenmiştim zaten. O silahla adam mı vurulur, hani savaş yılları tamam da 1950lerde yelek filan hesaplamamışsın. Kabul şu anki gibi yoktu ama erken örnekleri vardı piyasada. Polütbüro üyesinde Sovyetlerin geliştirdiği zamanından ileride örnek olabilir. Yakalayınca kendisine sorarım. bana Ukrayna ve kıyafetler konusunda biraz yardımın gerekli.

-Baban kadar inatçısın. Seninle gurur duyuyordur, bu kadar önem verdiğini bilmezdim ona işin aslı. Peki bu iş bitince ne yapacaksın. Buradan nereye gideceksin?

-Sen beni düşünme, emekliliğinin tadını çıkar. Sana söylemeyecektim aslında o sevinci yaşatmak istemiyordum ama madem sordun. Dışişlerine gireceğim.

-Fikrini ne değiştirdi bilmiyorum ama gerçekten sevindim buna.

-Bütün bunları salt babamın hatrıyla ayarladığımı mı sanıyordun? Helenayı bulmak, buradaki büyükelçiliği ve CIA'i ayarlamak için bir takım sözler vermem gerekti. Buradaki büyükelçi taşaklarımdan yakaladığında bu sözü aldı. Aslında Langley'de ilgileniyor benimle, onlarda bu yönde söz almak istedi ama biraz geç kaldılar.

Bıyık altından gülerek

- İşlerini yoluna koymuşsun sanırım, yeni bir ilişkiye de başladın. Ölürsen yazık olur, dikkatli ol. Ne fark etmedim mi sanıyorsun? Hayır sen fark ettirmesen bile Jasmine'in gözü yollarda sen yokken. Torunumu üzersen ben de seni üzerim yalnız. Viskileri sizin düğününüze saklamaya karar verdim.

-Helena ile iyi vakit geçirin, buradan sonra nereye gideceksiniz?

- Sana sonsuz teşekkür borçluyuz her şey için. Kendim ve ailem adına bunu söylemek istedim. Torunlarımdan biri İspanya'da Mallorca'da iş kurmuş. Onun yanında kalacağız sanırım, tam adresimi sana bildiririm, ziyaretime gelmeyi ihmal etme, düğün tarihimiz de sana bağlı. Aslında o rahip yamağını da bulmanı isterdim ama adını hatırlamıyoruz maalesef.

-Yahudi olan mı? İsaac Abranov, savaştan sonra BM'de çalışmaya başlamış, Belçika'ya yerleşmiş. Nürenberg duruşmalarında rol almış.

-Yok artık onu nasıl öğrendin, belki de CIA'i tekrar düşünmelisin. Telefonu da varsa bırak bana , gerçek nikahımızı kıymasını isterim.

Bir yandan ağlayıp bir yandan gülerek sarıldılar.

-Yapma böyle koca oğlan, ölmeden mezara koyuyorsun beni. İspanya'da görüşeceğiz yarın da burdayım, hem partiye gideceğiz neşelen biraz.

- Yaşlılık işte efendim, silah talimi yaptırmamı ister misiniz? Yaşlansam da hala nişancılığımı kaybettiğimi sanmıyorum.

-Gerek yok Sebastian, askerliğimi yaptım ayrıca ava da çıkıyorum ara ara. Ama istersen dönüşte İspanya'da yarışabiliriz bu konuda.

 Sebastian'dan ayrılıp bara gitti, Jasmine ile de konuşması gerekiyordu, barda onu beklediğini biliyordu. Ama bu halde olacağını tahmin etmemişti, çok üzgün duruyordu. Yanına oturdu, bir içki söyledi.

-Bana bir şey olmayacak 1 saat sonra parti var, 2 hafta görmeyeceğim. Seni son görüşümün böyle olmasını mı istiyorsun? Neşelen biraz, önümüzde koca bir hayat var, tam işlerimi yoluna koymuşken ölmeye niyetim yok.

-Ölmeye niyetin olmasa bu işe bulaşmazdın, ayrıca daha ne yaşadık ki, doğru dürüst görüşemedik bile. Sen ölürsen anılarımda bile yer alacağını sanmıyorum. Gerçi ne bekliyordum ki, beni sevdiğinden bile emin değilim. Büyük dedemin dostu olsan da bana yabancısın. Dedemin anlattıklarına ne kadar güvenebilirim bilmiyorum.

-2 hafta sonra İspanya'da dedenin düğününde sana eşlik edecek olan insana bakıyorsun. Bu hikaye burada bitmeyecek sana söz veriyorum. Dedene sorabilirsin, söz verdiğimde tutarım. Yalnız şöyle de bir gerçek var, bu buluşmayı ayarlamak için de bir söz vermiştim. Diplomat olacağım, babamın dedemin izinden gideceğim. Çok tehlikesiz bir iş değil, babamın annesi de benim annem de kaldıramamıştı. O yüzden sen de bana söz vermelisin, kararlarıma saygı göstereceğine dair bir söz istiyorum. Eğer bu sözü verirsen aramıza hiç bir şey giremez. Hah şöyle gülümse biraz.

-Diplomatlık o kadar tehlikeli değil de benim işim ne olacak?

-Onu daha sonra konuşuruz, şimdi hazırlan bakalım. Arkeoloji kazısı yaparsın görev yerlerimde olmaz mı?


4 gün sonra. Uçakta.

 CIA ajanları huzursuzdu, Jack ve Emily adındaki ajanlar, teşkilatı bırak ajan bile olmayan birinden bir sivilden emir almaktan zaten rahatsızdı. üstüne bu kişi her şeylerine karışıp patronluk taslıyordu. Jack'e  Koseçki, Emily'e Milla diyordu. Nicholas'a şikayet ettiklerinde, bu kod adların daha uygun olduğunu söylemişti. Üstüne bir de İstanbul aktarmalı uçacaklardı, bay patron kıyafetlerini de beğenmemişti. Uçakta 9 ajanla birlikte İstanbul'a uçuyorlardı. "Bu kıyafetlerle ukrayna'ya gideceksiniz üstünüze rozet de takın da karanlık adamlara hedef tahtası olsun' demişti. Emily adamın tuhaflıklarına rağmen haklı olduğunu hissediyordu ama Jack sürekli somurtuyordu. İstanbul'da alışverişe çıktılar. Kıyafetleri Tuncay seçti. O esnada Emily etrafına bakındığında gerçekten kalabalığa rağmen sırıttıklarını fark etti. Ukrayna'da ortama karışmak için daha fazla çabalamalıydı. Alışveriş bitip uçağa döndüklerinde, uçağın yolcu kabini Rus yolcu uçaklarına benzemişti.  Sonunda Ukrayna'ya vardılar, Jack'in ısrarlarına rağmen Saab kiraladı. Bir amerikalı için utanç verici bulmuştu ajanların çoğu ancak trafiğe çıktıklarında seslerini kestiler. Lviv'e vardıklarında bir bara girdiler. Bara oturduktan sonra Tuncay hafif bozuk Rusça ile herkes adına sipariş verdi

-3 Stolichnaya
Barmen de yanındaki iki ajanda şüpheli gözlerle baktılar. Barmen bir yabancının gelip Rusça ile rus votkası sipariş vermesinden-genelde viski veya smirnoff isterlerdi- , ajanlar ise bilmedikleri bir içkiden içmek zorunda olduklarından kıllanmışlardı. Barmen söz girdi,

-Buyrun içkileriniz, üzerime vazife değil ama turistler buraya pek sık gelmezler, burada ne aradığınızı sorabilir miyim?

Tehlikeli bir biçimde eğilmişti Tuncay'a doğru, oldukça yapılı ve kaslı iri cüsseli bir adamdı. Tuncayı'n neredeyse 2 katı. ajanlar tedirginlerini güçlükle gizliyorlardı, bir yandan da Tuncay'ın rahatlığına hayret ediyorlardı.

-Bir adam arıyoruz, ismi Alexey.

Barmen dışında bardaki bir kaç adam da kulak kesilmişti. Özellikle de 1.90lık sportif yapılı bir adam.

-Buralarda Alexey'den bol bir şey yok, soy adını filan söylerseniz belki daha yararlı olabilirim.

-Daha iyisini söyleyeyim, 80li yaşlarda eski polütbüro üyesii bir Alexey arıyoruz veya Vladimir olarak da biliniyor olabilir.

Bardaki adamlar ayaklanmak üzereyken barmen hafif bir el işareti ile durdurdu. elindeki bardağı ovalamaya devam etti.

-Diyelim ki böyle birini tanıyorum, onu neden aradığınızı bilmeden size nerede bulacağınızı neden söyleyeyim, paran sende kalsın. Parayla olmaz bu iş.

Uzattığı parayı masaya koyduktan sonra,

-İçkinin ücreti bu, rüşvet değil. Alexey ile takas yapmak istiyorum diyelim. Elimde ilgileneceğini umduğum bir şey var.

-Peki bunun ücreti nedir, Alexey önemsiz şeyler için rahatsız edilmeyi sevmeyebilir.

Ajanlar huzursuzca kıpırdandılar, bardakiler daha da huzursuzdu, havada elle tutulur bir gerilim vardı. Bir tek Tuncay rahat görünüyordu. Kaybolan adamı fark etmişti, birazdan cevap alacağını tahmin ediyordu. Meraklarını cezbetmeyi umuyordu zaten, sahne buna müsaitti, en azından bir yabancının ne takas isteyebileceğini öğrenmek isteyeceklerini tahmin ediyordu. Fazla beklemesi gerekmedi, 5 dakika sonra izbandut geldi. Ajanlar ayaklandı, eliyle hafif bir işaret yapıp sakinleştirdi. Rus elini omzuna koydu.

-Alexey sizi görücek, silahlarınızı burada bırakın. Önemli değilse hoş karşılanmayacağınızı da bilin.

Sesi metali kesen elmas gibi gıcırtılıydı. sinirli ve kaba biri olduğunu açığa vuruyordu. Taburenin üstüne attıkları montlarını alıp arka kapıdan çıktılar, depo gibi bir yere girdiler. Mekan loştu, dışarısıyla neredeyse aynı sıcaklıktaydı. Ofis gibi bir odaya girdiler. Rus kapıdan geçtikten sonra üstlerini aramaya yeltendi. Kıza sıra geldiğinde, Tuncay ani bir hareketle Rusun kolunu tuttu.

-Eğer kadın çalışanınız yoksa aklından bile geçirme. Saygısızlık yapmanın alemi yok, iş yapmaya geldik buraya. Üzerinde silah yok, eğer illa arayacağım diyorsan şahsıma hakaret sayar bunun hesabını sorarım.

Çok sert ve soğuk sesle söylemişti, Rus homurdanmaya başladı ama koltukta oturan patronuna baktı.

-Adamı dinlesen iyi olur Nikolai, yabancı bir ülkede, yerli mafyaya posta koyuyorsa bizim bilmediğimiz bir bildiği vardır bence. Soğuk karşılama için özürlerimi kabul edin.

Nikolai homurdanarak duvarın dibine geçip ellerini önünde kavuşturup ters bakışlarla izlemeye başladı yeni gelenleri, patronun gözünden düşürdükleri için iyice kinlenmişti. Tuncay da yan gözle adamı süzüyordu, babasını öldürürken bu da oradaydı. Hak ettiği dersi almalıydı. Alexey'e yaklaştı. Alexey elini uzattı. Erkek ajan elini uzatırken kaşlarını çattı, Ukrayna geleneğine göre eldiveni çıkartmalıydı, ama başından beri huzursuz olan Jack buna aldırmıyordu anlaşılan. Eliyle omzuna dokunup dikkatini çektikten sonra eldivenini çıkardı. Jack ve kız da aynını yaptılar. Ama Alexey'in gözünden kaçmamıştı bu hareketi.

- Anlaşılan daha önce Ukraynalılarla iş yapmışsın ama adamların yeni. Görünen o ki iyi adamlar bulmak her yerde zor dedi, sinir bozucu kahkahası eşliğinde. Tuncay kelime oyununu görmezden gelerek cevapladı, montu işaret ederek

-Soğuk için tedarikliyiz. Herkesin bir kusuru var, benim adamlarımınki de insancıllıktan biraz uzak olması ama işlerinde yeterince iyiler.

-Sorun değil ben Ukraynalı değil, Rus'um biz de böyle bir adet yok zaten. Sizi dinliyorum. Elinizde satılık bir bilgi varmış ve iddiaya göre satmak niyetindeymişsiniz.

- Satmak değil takas etmek. Duyduğumuza göre her yerde bulunamayan bazı şeyleri bulmakla ünlüymüşsünüz. Aradığımı şeyi bulabileceğiniz düşündük, eğer bulursanız en iyi 3 adamınızdan ikisini bir kız çocuğunun peşinde dolanmaktan kurtarabilecek bir adres verebiliriz.

Alexey'in tavrı değişti, konuşmasından ziyade söylediklerinden. Mekan zaten godfather dekoru gibi ürkütücüydü, Alexey'in sürekli hareket eden göz bebekleri gerilim filmi setine çevirmişti. Yaşına rağmen işinin bitmediği hala iktidar sahibi olduğu oturuşundan ve pazılarından belliydi. Odanın az ışık alan tarafındaki yaşılı adamla bakıştı. Tuncay sessizliği bozma gereği duydu.

-Devam etmeden önce kendimi daha güvende hissedebileceğim daha özel bir yere geçmek isterim. Yerin kulağı vardır diyerek, havada böcek ezme hareketi yaptı.

-Burası yeterince güvenli ama katılıyorum, uzun bir sohbet olacak sanırım. Evime geçelim. Yalnız önce ne istediğinizi söyleyin de adamlarıma hazırlamalarını söyleyeyim.

 Tuncay Milla'ya dönerek,

-Milla belgeleri çıkart dedi. Gelmeden önce hemen bulunamayacak bir şey ararken ufak çaplı bir nükleer bomba istemeyi kararlaştırmışlardı. Belgede onun çizimleri vardı. Belgeyi alan Alexey hayranlık dolu bir ıslık çaldı.

-Büyük oynuyorsunuz sevdim, daha önce görmediğimden şüphelenmeme gerek kalmadı. Böyle bir şey isteyen adamlar ortalıkta fazla dolanmazlar. Sanırım bunun malzemelerini size sağlayabilir ancak bunun karşılığı olarak 2 adres isterim,  neden bahsettiğimi biliyorsunuz.

Tuncay adamın Nikolai'a güvenmediğini anladı ya da bu mesele üzerinde anlaşmazlıkları vardı, ileride lazım olursa kullanmak için kafasına not etti. Dışarı çıktılar ve oyun başladı. 3ü eve gidene kadar bu ikisiyle ilgilenecekti, yanlarında gelen diğer 6 ajan mekanı terk ettikten sonra, depo ve bardakileri enseleyip arkalarından yetişecekti. Asıl adresi ve malların nerede olduğunu öğrenmeleri gerekiyordu. Bu yüzden geri kalan bir ajan bardan ayrılan adamın gittiği yeri tespit edip interpolle birlikte orayı basacaktı. Ayakkabılarında ufak vericiden nerede olduklarını görüp eve geleceklerdi. Alexey'in teknolojiyi küçümsemesine bel bağlamışlardı, düzgün bir aletle aransalar verici tüm işi bozardı ama tahminleri doğru çıkmıştı. Eski model gangsterlerdendi. İnterpol'e söylemedikleri şey, Tuncay'ın arabasının eve hiç gitmeyeceğiydi. Nikolai ile Alexey'i evin yerini tespit ettikten sonra paketleyip başka bir yere götüreceklerdi. 2 saat filan kırsala doğru yol aldıktan sonra, Tuncay kiraladıkları sedanın arkalarında olduğunu gördü. İşlerini çabuk halletmişti ajanlar. Alexey'in adamlarının karavanının hemen arkasındaydılar.

-Daha çok var mı Alexey?

-Lütfen bana Vlad de,  15 dakika içinde ordayız, Ukrayna yolları benim de sinirimi bozuyor.

Tuncay aralarında anlaştıkları işareti yaptı, yakasını düzeltirmiş gibi yaptı. 3'ü birden hareketlendiler. Nikolai refleksle gaza bastı, araç yol kenarındaki ağaca bindirdi. 5 dakikalık bir mücadelenin sonunda ikisi de zapt edildi. Bu esnada Arkadaki araçtan diğer Ruslar inmişti, silahlarını hazırlamakla meşgulken, diğer arabadan 4 Amerikan ajanı sedanı durdurmadan arabadan atlayıp silahlarını Rusların burunlarına dayadılar. 10 dakika içinde planın bu kısmı hallolmuştu.

-Koseçki bu adamları vana geri tıkın ajanlarla birlikte Alexey'in evine gidip İnterpol'ü bekleyin. Carlos'a ne durumda olduğunu sor. O depoyu bulmamız gerekiyor, adamlar farkına varmadan depo basılmalı. Milla ile ben bu iki pisliği ufak bir gezintiye çıkaracağız. Sedanı biz alıyoruz. Hadi kımıldayın çabuk. Koseçki İnterpol sorarsa ne diyeceğini biliyorsun değil mi?

Başını salladı, operasyonun başarıya ulaşması sinirini geçirmişti, kabul etmeliydi adam iyi planlamıştı. Tereyağından kıl çekmek gibiydi. Karavan ve bardaki adamların sayısına bakarak silahlı müdahale etmiş olsalar yaşanacak fiyaskoyu görebiliyordu. Ağır makineliler vardı ellerinde

-Bu ikisini kaçırdık siz de peşlerini düştünüz bir daha haber alamadık.

Tutsakların elleri bağlanıp araçlara yerleştirildi. Milla şoför koltuğuna Tuncay da onun yanına oturdu. Sedan ters yüz edip geri dönerken karavan da eve doğru yola çıktı. Tuncay elleri ayakları bağlı adamlara dönüp,

-Sebastian o gün sizi indirmeyi denemeliymiş. Gözünde büyütmüş sizi, 4ünüzü de vurabilirmiş bence. Bu kadar kolay enselendiğinize göre. Ya sandığı kadar paranoyak değilsin ya da artık bu işleri bırakmanın vaktinin geldiğini düşünüyorsun.

Alexey kahkaha attı, durumunun farkındaysa bile belli etmiyordu.

-Evet, aslında yapmalıydı ama duygusal açıdan zayıftı. Beni arkadaştan sayıyordu, sana söyledi mi bilmem, baba tarafından uzak akrabayız. Demek sana her şeyi anlattı ha, madem beni öldüreceksin bari kim olduğunu bunları nereden bildiğini söyle.

-Bundan 6 yıl önce öldürdüğün adamı tanırdım. Gayet iyi tanırdım, aslında eğer öldürmeyip ülkesine dönmesini beklesen aradığını bulacak olman da garip bir ironi.

- Sebastian'ı o mu gizliyordu, kahretsin aklımdan geçmişti.

İlk defa sinirlenmiş gözüküyordu, hareket edebildiği kadarıyla Nikolai'a saldırdı.

-Hep senin yüzünden, lanet sersem. Öfkene hakim olsaydın böyle olmazdı.

Tuncay  gerilmiş olan Milla'ya göz kırptı. Gülerek arkasında döndü.

-Kendinizi yormanıza gerek yok beyler birazdan ikinizde yeteri kadar hırpalanacaksınız.

Alexey'in gözlerinde ilk defa bir gölge belirdi, korkuya benzer bir perde. Söylediklerini aklından geçirdiğini anladı. Jetonu daha yeni düşüyordu. Kendini güçlükle toparladı.

- Bizi nereye götürüyorsunuz, siz devlet yetkilisisiniz bizi yargılamadan bir şey yapamazsınız insan hakları..

-Kapat o lanet çeneni, ne kadar çok konuşuyorsun, sen insan haklarından ne anlarsın? 2. dünya savaşında da sovyet döneminde de sonrasında yapmadığın halt kalmamış sadist domuz. Dinyeper kıyısına gidiyoruz, hak ettiğinizi verip sinirim yatıştıktan sonra Budist cenazesi hazırlıcaz size. Öldürdüğün o diplomat benim babamdı seni orospu çocuğu. Sizi ne devlet ne de tanrı benim elimden alamaz artık. Sesinizi kesmezseniz ölümden önceki son anlarınızda acı çekmenizi sağlarım.  Beni iyice anladın mı? Vladimir Petroviç, ben geçmişinden gelen hayalet süvariyim. Ruslar iyi bilirler Attila'nın torunuyum, Tanrı'nın kılıcının.

-Demek Türksün tahmin etmeliydim, dersine hazırlanışın etkileyici özellikle intikam için bu kadar beklemen. Yalnız benim adamların kalanlarını ne yapacaksın? Dünyanın dört bir yanında adamlarım var, o kız çocuğu vardı ya, aslında güzelde bir parçaydı. Her neyse o piliç benden 6 saatten fazla haber alınmazsa öldürülecek. yazık olacak, sonra adamlarım neler olduğunu anlayınca sizin peşinize düşecek. Sebastian'ı da bulucam, o da hak ettiğini bulacak.

- Bekle bir saniye, şimdi anladım bu düşmanlığın sebebini. Gülmeye başladı, Vladimir iyice sinirlenmişti. Adam onunla oyun oynuyordu buna izin vermezdi.

-Hiç bir halt anladığın yok bir bok bilmiyorsun.

-Sen paranoyak ve sadist olmanın yanında aynı zamanda takıntılısın. Ama takıntının sebebi Sebastian değildi, Helena'ydı. Sebastian yalnızca engeldi senin için. Onu Sebastian'a ulaşmak için değil kendin için istiyorsun. Bakışlarından anladığım kadarıyla nasıra bastım sanırım. Sanırım sana yapacağım en büyük işkence bu haber olacak. Helena'yla Sebastian şu an başka bir ülkede beraberler, ve 10 gün sonra düğünlerine iştirak edeceğim. Tekrar-üstüne basarak- söyledi evlenecekler.

-Yalan söylüyorsun pis köpek. Helena'nın izini kimse bulamaz hele senin gibi birisi hiç bulamaz. O kızı öldürecekler ve yapabileceğin bir şey yok.

-Aslında adamlarının yarısı an itibariyle tutuklandı, kalan yarısını da Ukraynalılara havale edeceğiz, seninle bağlantılı tüm isimler elimizde. Kızı öldüreceğini söylediğin Dimitry her şeyi anlattı, seni nasıl bulduğumu hiç sormadın. Adamın bizimle anlaştı. Diğer adamın da hapiste adı Dimitrov'du sanırım. Deponun yerini de tespit ettik, eğer seni öldürmeyecek olsaydım uzun bir mahkeme seni bekliyor olacaktı. Bu açıdan bakarsan size iyilik yapıyor sayılırım. Sen de öleceksin Nikolai, ama önce vücudunuzdaki tüm kemikleri teker teker kıracağım. Ardından tırnaklarınız sökeceğim ve ikinizi de kendi bağırsaklarınızla-gerçek anlamda söylüyorum- boğduktan sonra derme çatma bir sala koyup Dinyeper üzerinde yakacağım.

-Blöf yapıcaksan ufak at, bunları bize yapamazsın, eğer o kadar çok kurum karıştıysa nerede olduğumuzu sorarlar. Onlara ne diyeceksin buharlaştığımızı mı?

-Aslında ben hiç bir şey demiyeceğim, ben Ukrayna'ya hiç gelmedim. Şu an Latin Amerikada'yım. Koseçki sizin kaçtığınızı, Milla'nın da sizin peşinize düştüğünü söyleyecek, Dinyeper'e kadar peşinizden geldi, ikiniz de vuruldunuz araba Dinyeper'e uçtu sizden bir iz bulunamadı. Hikayenin sonu, nasıl beğendiniz mi?

Arka koltuktaki iki Rusun da beti benzi attı. Milla bile ürpermişti Tuncay'ın soğukkanlılığı karşısında.  araba nehre 100 metre kala durduğunda, Tuncay'a dönerek,

-Bir saniye konuşabilir miyiz? dedi, araçtan indiler.

-Bu dediklerini yapmana müsaade edebileceğimi sanmıyorum, ben devlet görevlisiyim Tanrı aşkına, teröristler gibi işkence yapamam anlattıklarının hepsini yapacaksan benim için çok fazla.

-Sen görmeyeceksin, şimdi git sal olarak kullanabilecek bir kaç odun bul şu korulukta. Bu adamlar bunu hak ettiler, vicdanın rahat olabilir ama görmene gerek yok yapacaklarımı. 3 saat boyunca geri gelme oyalan.

Milla uzaklaştıktan sonra Tuncay adamları arabadan indirdi. Dediklerini kelimesi kelimesine gerçekleştirdi. Milla'nın getirdiği odunlardan derme çatma bir sal yaptılar. cesetleri üstüne koyduktan sonra salın üstüne biraz benzin döküp ırmağa bıraktılar, Tuncay sigarasından bir nefes çekip salın üstüne bıraktı. Sal birden alevlere gömüldü. Arabayı da boşa alıp göle ittiler. Diğer ajanların kendilerini almaya gelmesini beklerken, Milla dayanamadı.

- Bu tüm gerçeği söyleme olayını kötüler yapar sanardım, anlattıkların gerçek miydi? yani tüm bunlar bir kadının aşkı yüzünden mi oldu?

-Doğu felsefelerinin tümünde iyi ve kötü bir arada bulunur. Ben de doğuluyum anlamanı beklemiyorum, buna kan davası denir. Babamın kanını akıttılar bunun bedeli kendi kanlarıdır. Anlattıklarım gerçekti, ama her şeyi de anlatmadım.

-Neleri es geçtin peki?

- Sebastian'ı bizim ailemizin koruduğunu, mülteci durumlarını şu an nerede olduklarını, nerede evleneceklerini, düğünün nerede olacağını, ve o kız çocuğu dediği kişinin müstakbel eşim olduğunu.

-Peki bunları neden söylemedin? bir de nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsun?

-Bunları söyleseydim, o 80lik domuzu zapt edemeyebilirdik. İnsanları genel olarak 3 duygu harekete geçirir. Korku, öfke ve aşk. Diğer duygular bunların türevleridir. Vladimir'de korku yoktu aşkını ve öfkesini aynı anda tetiklesem vücudu hormonla dolardı neler olabileceğini kestiremezdim. Son kısma gelirsek bilmesine gerek yoktu. Son soruna gelirsek kanımda var sanırım, ne derler bilirsin diplomat olunmaz diplomat doğulur.

-Sen diplomat mısın ki?

-Doğuştan diplomatım yakında meslek olarak da yapacağım, baya bir söz verdim bu tezgahı kurabilmek için. Gülümsedi, Langley'dekilere söyleme, beni nereye kaptırdıklarını bilmesinler.

-İyi bir ajan olurdun, tekrar düşünmen için bir şey yapabilmeyi isterdim.

-Ben babamın oğluyum yapabileceğin bir şey yok. Düğün için size birer davetiye ayıracağım, Jackle birlikte gelmelisin.
Kızardı.
-Sonunda adını düzgün söyledin ama kendisi burada yok. Nasıl anladın peki? Kendisi ajan olmasına rağmen anlayamamışken senin anlaman tuhaf.
-Ajan olmayı bıraksa anlardı, ama tuttuğunu bırakacak biri değil. Yine de şansınızın olduğunu düşünüyorum. Aslında sizin gerçek adlarınızı da biliyorum. Ama isimler söz konusu olursa hangisi kolayıma gelirse onu kullanırım.
Kız bir şey söyleyecekken araçları geldi. Jack ve Nicholas indiler. Yanlarına gelip ellerini uzatırken, Tuncay Jack'in eldivenini çıkardığını fark etti. Nicholas buna anlam veremeyen gözlerle bakıyordu. Tuncay aynı şeyi yapıp elini sıktı kucaklaştılar.

-Siz ikiniz ne ara böyle yakın arkadaş oldunuz? Brezilya'dayken adamları yakalayamadan birbirinizi boğazlayacağınızı düşünmüştüm.

Herkes kahkahalara boğuldu.

-Jack'e hiç kızmadım ben sadece işin düzgün yapılmasını istemiştim, buradayken o da bunu fark etti sanırım.
Cümleyi Jack devam ettirdi.

-Fark ettim ve haklı olduğunu gördüm, ayrıca yaptıklarına rağmen iyi bir adam ve saygımı hak ediyor. Nehire dönerek, havai fişek gösterisini kaçırdığıma üzüldüm.
***************************************

3 hafta sonra Mallorca'da,

-Sebastian Sebastian, damat oldun ama hala uşak gibi görünüyorsun.
Sebastian hızla sese doğru dönerek,

-Tuncay, hiç gelmeyeceksin sandım. Jasmine de kendisine başka birisini bulmasını söylemiştim. Çok şık görünüyorsun, yeni mi bu takım, kaliteliye benziyor.

-Viskileri bugün harcama ihtimalini göz ardı edemezdim. Cia teşekkür etmek istedi ben de kıramadım, Vacco'dan. Heyecan var mı, gerçi 2.ye evleniyorsun ama.

-Aslında biraz var ama çaktırmıyorum. Anlat bakalım Ukrayna nasıldı?

Sesi alçalmıştı.

- Soğuktu, sorun çıkmadı, senin uzak akrabanın külleri şu an Dinyeper'de. Aslında bir an düğününe davet etmeyi düşündüm ama sorun çıkartabileceğini düşünüp işini bitirdim.

-Söyledi demek.

-Evet ve Helena için hissettiği senin fark etmediğin duygularını da açığa çıkardı. Adamı yanlış tanımışsın.

-Hadi canım cidden mi, sevgisini söverek mi gösteriyormuş?

Gülerek,
-Ne sandın ya, tipik Rus sevgi gösterisidir. Hadi bakalım evlendirelim seni de sınavıma hazırlanmaya başlayayım.

-Sen de elini çabuk tutmaya bak, bana benzeme. Git bul Jasmine'i.

-Sebastian

-Efendim

-Huzur içinde uzanana kadar çekilebilirsin.

-Teveccühünüz efendim














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

About Us

Recent

Random