31 Temmuz 2013 Çarşamba

Tweeter.avi

12:39
Aslında sosyal medya ağlarını yazacaktım çiceği burnunda tvitır kullanıcısı olarak ama bir dahaki sefere kaldı yine. 1980lerden günümüze hayli gelişti hani tweeter için sosyal ağ evriminin son noktası denilebilir . Nostaljik görüşlerim için bknz tıkla .

Sosyal ağlar insanların kendilerini aynı şekilde yansıttıkları yerler değildir. Avatar-profil olayı bunun için vardır, günümüze kadar bir kullanıcının diğer kullanıcıya en çok yüklendiği nokta kullanıcı profili-gerçek profili ayrımıdır. Tespitçi forumcular veya sözlükçülere en çok malzemeyi bunlar verir.


Diğer bir deyişle sosyal ağ kullanıcısını gerçek bir kişiyle birebir örtüştürmeye götürmek saçmalıktan öteye gidemez. Sosyal ağda kişi kendisi de olabilir olduğundan çok farklı bir profilde oluşturabilir veya hiç kasmadan kafasına göre de takılabilir.


Bazı kullanıcılar yazdığına paylaştığına bakarak diğer kullanıcılara kişilik, karakter, dünya görüşü vesaire giydirmeye çalışıp çeşitli ithamlarda bulunabilirler. İnsanlık hali anlık ilişkilerde gerçek hayatta da çeşitli şekillerde vuku bulan bir harekettir. Kişinin ne olduğunu niyetini aklından geçeni tam olarak bilmenin imkanı yoktur.


Lakin bu sağlıklı bir analiz sağlamaz. Zira hiç bir sosyal ağda üyelik sözleşmesinde " I will tell the truth, the whole truth and nothing but the truth." şeklinde yemin etmiyorsunuz. Belirli kurallara uyacağınız beyan ediyorsunuz. Bir kaç web sitesi hariç hiç bir yerde doğruyu ve/veya gerçeği beyan etmeniz istenmez. Eğer kişi yazıp paylaşırken bunun gerçek olduğu iddiasında beyanında bulunmuyorsa , paylaşılan/yazılanın gerçek olmadığı ortaya çıksa bile o kişiyi yalancı filan demek abes kalır. Adam oltayı atmış birileri sazanlanmıştır.

Facebookta paylaşım yaparken veya tweeterda yazarken veya benim burada yazdıklarımın gerçeklik olduğu veya benim doğru bildiğim olduğunun garantisini vermiyor hiç bir üye. Eğer başka kullanıcılar veya gören diğer üyeler öyle düşünüyorsa bu onların kendi problemidir. Blogta bir yıl önceki yazıma bakıp lan bunu ben mi yazmışım dediğim oldu. Düşünceler değişir insanlar değişir yazı yazarken veya paylaşım yaparken tutarlı bir yol izlemek zorunda değildir insanlar.


Feyste bir şey görürüm, hoşuma gider paylaşırım, edebi yönünü severim paylaşırım, komik gelmiştir paylaşırım, oha saçmalığa bak der paylaşırım, bunu da bilsin arkadaşlarım der paylaşırım, kesin bilgidir paylaşırım, afili laftır paylaşırım, listemdeki birine güzel gönderiyordur paylaşırım vs vs. Her paylaştığım şeyin benim dünya görüşümle alakalı olduğu veya her yazdığımın gerçek olduğu veya her paylaştığımın doğru olduğunu düşündüğüm için paylaşmıyorum. Ama bazı internet kullanıcıları cidden öyle sanıyorlar.


Yazının başından beri sosyal paylaşım siteleri diyorum sosyal ağ diyorum. Bunların doğru tanımlaması budur zira, kurulduğundan beri böyle niteleniyorken son bir kaç yılda "sosyal medya" oldular. Sosyal medya olmalarından itibaren yukarı saydığım görüntü daha da kötüye gitmeye başladı. Zaten "contorium" olayından sonra sosyal ağların bir gün boka saracağının sinyalini almıştık. Tweeterın yaygınlaşması ve o ağın kendine has yapısı buna tuz biber ekti.


Tweeter'ın diğer sosyal ağlardan farkı yoktur. Bir çok sosyal ağın özelliğini bir arada barındırmak ve çok geniş bir kullanıcı tabanına sahip olmak dışında. Tweeter'a üye olurken de gerçeklikten ayrılmayacağım her yazdığım doğru olacaktır diye söz vermiyorsun. Yani söz sanatlarını kullanabilir, tersini kastedebilir aleni yalan yazabilir veya trollük yapabilirsin. Senin orada bulunma amacına, eğlenme vakit geçirme tarzına bağlıdır bu.


Tweeter'da hem mırctaki anlık ileti olayı var hem Facebook'un ister gerçek ad ister nick olayı var. Genel tartışma-kısmi forum- olayı var. Sözlüklerde kullanıcılarının var olduğu her ortamda, tespit/troll olayı zaten vardır. Kamu-özel alan ayrımı biraz kötü olmakla beraber yine de var. TT hashtagte yazmadığın tamamen kendi profil sayfanda paylaştığın şeyler kamuya aitmiş gibi muamele görebiliyor en büyük sıkıntısı bu. Kendi sayfanda yazdığın bir tweetin suç konusu olmasının evinde ettiğin bir laf için sana dava açılmasından farkı yoktur.


Tweeter bildiğiniz sokakta oturan mahallelinin birbirini çekiştirdiği, arada tvlerde magazin programlarında gördüğü ünlüleri siyasileri çekiştirdiği bir ortam bana göre. Üstelik bu ortamda o tvlerde görülen ünlüler siyasilerde hazır bulunabiliyor. 


Bilişim suçlarının tam hazır olmadığı hala gelişme aşamasında olduğu bir dönemde tweeter gibi bir olgu, ve bunun "sosyal medya" olarak anılmaya başlanması haliyle siyasi baskıyı da beraberinde getirdi. Sosyal ağlardaki tek davranış kodu "kişisel hakaret ve küfürün" yasaklı olmasıdır. En azından en başlarında böyle idi. Ardından varolan bazı kanunlar-telif vesaire-a aykırı davranışlarda bulunamazsınız denildi site yönetimlerine. Bunlarda çok fazla sıkıntı yok internet özgürlüğüne yönelik düzenlemeler. Şu an sitelere kullanıcılarınıza ayar çekin baskısı var. 


Düşünceyi ifade ve yayma hürriyetine yönelik siyasi bir baskılamayla karşı karşıya sosyal ağ idarecileri. Bu yöneticilerden ayrı olarak bazı işsiz vatandaşlar gammazcılığı kendine vazife edinmişler facebookta tweeterda ekşisözlükte ve bir sürü sitede yazılanları takip edip kendilerini savcı yerine koyup bu bu entry şu şuna aykırı gereğini yapın diye mailler atar hale gelmiş. 


Yazdığın paylaştığın sanki emirmiş gibi ele alınıp, üye olduğun gruplar örgütmüş gibi ele alınıp mahkemelerde davalara delil niyetine dosyalanır hale gelmiş. 


İnternet eğlencedir, internet en ucuz eğlencedir. sosyal ağlarında asli hedefi eğlenmek vakit geçirmektir.

Bu eğlenme platformunda yapılan edileni bu kadar ciddiye alan yetkililer ve insanlara tek lafım var:
WHY SO SERİOUS?

Bir takım yetkililer bu işi ciddiye alırsa internet kullancıları daha ciddiye alır, saksı değiller. Bu baskılama devam ederse yakın gelecekte hacker sayısında çok ciddi artışla karşılaşma ihtimalleri hayli yüksek. 


Eğer birisi birisine hakaret ediyorsa hakaret edilen kişi gider hakaret davası açar. TCK hükümlerine göre dava açılmaz. Eğer mevzu bahis kişi yaşamıyorsa veya kanunla korunuyorsa ilgili yerlere göre dava açarsın. 

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Göç, Metropol ve Kimlik Meselesi

14:27
Her ne kadar bu kelimeyi sevmesem de küreselleşme kelimesiyle başlamak gerekicek yazıya. Neticede dünyanın 1990dan sonra girdiği yolu ve ilişkileri anlatan başka bir kelime ortaya atan olmadı bildiğim kadarıyla. Kelimeyi hem çağrışımlarından dolayı hem de ekonomi ile alakalı olmasından dolayı sevmiyorum. Zira ben politik ve sosyal olaylardan bahsedeceğim. Uluslararası politik ekonomi bu kavrama fazla el atmış durumda değil o açıdan biraz sıkıntılı , kavram neoliberallerin tekelinde.

Gereksiz sayılabilecek açıklamadan sonra küreselleşme dedikleri olguyu dünyanın iletişim ve ulaşımda yaşanan gelişmelerden kaynaklı içiçe geçme olarak aldığımı söyleyerek yazıya başlıyorum. Bir çok çelişkiyi içinde barındıran bu kavramın tetiklediği kozmopolitlik ile yerellik arasındaki çekişmedir.

25 Temmuz 2013 Perşembe

Hayat Denilen Meret

15:43
Metroda bir kadın dalmış gitmiş başka alemlere
Dünyalar kurup yıkmakta belki de. Merak edip sorsam
Yıkılıp gidecekler biliyorum öyle izledim sessizce
Evli olmadan torunlara boğulan insanlar ,hiç konuşmadan
Kafada başlayıp biten ilişkiler, es geçilen yaşamlar...
Hayal kurabilseydi bebekler eğer, belki daha ilk günden
Binlerce hayat yaşarlar,  hiçbirini beğenmez
Almazlardı bir sonraki nefeslerini kim bilebilir
Acı olmasaydı gerçekler belki de hayallerden kaçar
Sahneye inip hayatlarını oynardı insanlar

Carpe diemle memento mori arasında sarkaç yapan
Varoluşsal kaygılarla nihilistliğe yuvarlananlar
Gerçeğin yalanlarını görüp kendini kandıramayanlar var.
Eğer  "la Joconde'den sonra emekli olsaydı Da Vinci
Belki canlarına kıyanlar olurdu, ilk mükemmel resmi gördükten sonra.
Bazıları hayatlarını yaşayıp anlamı davalarda tutkularda buldular.
Bazılarında yetenek olmadı imkanları olmadı uzaktan baktılar
Bazıları birilerinde tutuklu kaldılar zaman dondu onlara
Spor dalları, sanat dalları, kültürel ve sosyal dallar
Gözlemciler yazdılar, yönetmenler çektiler.
Bazılarınna "arbeit" denilmiş başına geleni çektiler.

Uçurumdan sırt üstü salmış kendimi sigara içerken
Tüm dalları seyrettim usülden, güzeldiler
Takdir etmedim değil içimden, yeteneği güzeli
Severim evel ezelden. Kendinde olmayanı sevmek gelir elimden
Tutku eksikti o hiçlikte savrulurken
Çoğuna dal ararken tutunacak, ben tutacak el aradım hep.
Hiç bir şey hiç bir davayı ömrümü adayacak kadar sevemedim
Her tercih vazgeçiş derler senden vazgeçemedim.

Hayatımda kadınlar da oldu, birisi birileri oldu.
Hepsinde sen vardın ama hiçbirisi sen olamadı
Bir müddet sonra baktım kendim de benlikten vazgeçmişim
Ahir ömrü ortalamışken bir bakmışım
Ömrümün yarısını hayalinl hatrına yele savurmuşum
Sen benden giderken ben ölmeyi değil yaşamamayı seçmişim
Hayat ellerimin arasından kayıp gitmiş , seni izlemeyi bırakıp
Dönüp bakmamışım bile. Birilerinin çiziklediği bedenim her dem
Kanıyorken ben acı çekmeyi unutmuşum aptallık işte
Duygusallığın aşırılığıyla itham edilirken, duygu nedir
Bilmez olmuşum, kuzenim hariç.
Duyularım açık duygularım alınık interaktif bir komada
Çırpınıp duruyorum hala, ah bir el vereydin vakti zamanında

23 Temmuz 2013 Salı

ÖSO Kimdir?

06:57
kendi web adresleri için tıkla
wikipedi linki için tıkla

Ne yapıyorlar, orada ne oluyor tarzı yazı değildir, iki kaynak biri kendi sitesi diğeri bilgilendirici tarzda yazılmış pro-öso yazı. Kaynaklar bunlar, spekülatif denilmesin diye bunlar üzerinden gidiyorum ekserisi çeviri zaten.

Kendi dediklerine göre ÖSO yönetimle anlaşamayıp ordudan kaçan subay ve askerlerin çekirdeğini oluşturduğu bir oluşum. En tepedeki 3 isim albay. Bunun Türkçe tercümesi, ÖSO ordudan ayrıldıktan sonra oluşturulmuş nihai hedefi Esad'ı devirmek olan bir cuntadır. Bunu ben değil siteleri söylüyor.
Kurmay Albat Hüseyin Harmuş'un özgür subaylar hareketi ile başlamış,  Albay Reyad Musa El-asad'ın başında olduğu grupla birleşerek ÖSO oluşturulmuştur.

Kuruluş itibariyle askeridir, hareket tarzı gerilladır, litaratürde bu tür oluşumlara cunta denilir. Esad'ın tutumuna sessiz kalamadıkları için esadı devirmek ve bu çatışma sürecinde silahların denetimini elde tutmayı amaçlıyorlar.

Wikiye göre örgüt Suriye ulusal konseyi ile eşgüdümlü hareket ediyor ve İdris Salim geldikten sonra asıl etkinliğine kavuşuyor. Her iki kaynağa göre de örgütün çatısı asker kaçakları ile gönüllüler( buna bir parantez açalım).
Wikiye göre ÖSO, sünni arap çoğunluklu, türkmen, kürt ve dürzi destekli Esad ve şiilere karşı bir hareket. Konseyle koordineli olan diğer gruplara göre daha ılımlı ve laik bir grup.

Hareket tarzları gerilla usülü, düzenli ordunun ikmal yolalrını kesintiye uğratmak, hükümet bina ve mallarına zarar vermek, ordu hedeflerini vurmak, güvenlik güçlerine zaiyat verdirmek ve mücadeleyi her yere yayıp ordu güçlerini bölmektir.

Kullandıkları silahlar; AK-47, DShk, rpg-7ağırlıkta olmak üzere,  m16, steyr aug, pompalı tüfek, G3 piyade tüfeği, PK makineli tüfeğidir. Silah edinme yolları, ordudaki rüşvete bulaşmış kişilerden almak,  kaçak silah pazarlarından silah almak olarak geçilmiş . Wikiye göre bir kaç tank ele geçirmişler, kendi toplarını filan yapmaya başlamışlar

Buralar spekülatif bilgiye giriyor, wikiden de olsa, ben de spekülatif öznel olacağım.

G-3 nato'nun standart silahıdır. Suriye ordu envanterinde bulunmama ihtimali yüksek, kaçak silah pazarında da bulunacağını pek sanmıyorum zira hem ele geçirmesi zordur hem de aynı sınıf AK-47 daha tercih edilir bir silahtır. Yani bunun pazarı olacağını pek sanmıyorum. Nereden buldukları bir soru işareti. İkinci soru işareti, ben daha askerdeyken jandarmanın kır polisi olacağı söyleniyordu 2014. Yani şu andan bir yıl sonra, jandarma'da g-3, ak-47 ve mp-5 kullanılır. AK-47'ler kullanımdan kaldırılacaktı. Zira bunları ne düzenli ordu ne polis kullanabilir. Eğer o sAK-47ler kullanımdan kaldırıldı ise şu an o silahlar nerede tutuluyor? Birisi bu soruyu genel kurmaya ve savunma bakanlığına sormalı. Ardından okurken aklıma bir de cephane patlamsı geldi yakın zamandaki.

ÖSO'nun dış ülkelerde silah temin ettiği ortaya çıkmış durumda, Suudi Arabistan kesinlikle biliniyor.  Katar'da muhtemelen el altından silah sağlıyor. Türkiye'nin de silah desteği vermesi kuvvetle muhtemel zira wikiye göre harekat üssü Hatay'da ve ÖSO buradan yaptığı saldırılar ile sınırın %60ını kontrol ediyor. Ve Libya'dan Türkiye sınırı kullanılarak ÖSO'ya takviye yapılıyor. İngilterene'nin de lojistik destek için iletişim cihazları temin ettiği haberleri var. Ürdün, Cezayir, Tunus, Libya'dan ÖSO saflarına katılan savaşçılar olduğu söyleniyor. Balkanlardan Hırvat paralı askerler, Boşnak ve Sırpların da ÖSO saflarına destek verdiği biliniyor. Kuveyt'ten de ÖSO saflarında olanlar var deniliyor.

Ana grupları özet geçersek, Esad'ın ordusu yanında Hizbullah ve muhtemelen İran ve Filistindeki şii gruplar , karşısında ÖSO ve yerlerine müdahele edildiği zamanlarda Kürt gruplar. El nusra genel olarak Esad'a karşı çalışsa da oradaki tüm gruplara karşı çalışıyor. Ve ÖSO'ya Müslüman kardeşlerden büyük destek var.

Niye başladığı konusunda spekülasyonu geçersek ÖSO bir askeri cuntadır, Sünni araplar ile balkanlardan destek görüyor. Türkiye lojistik mali ve muhtemelen askeri destek veriyor. Amacı Esadı devirmek ve şiileri yönetimden düşürmektir. Sonrasında demokrasi özgür seçim deniliyor ama o kısım El Nusra'nın varlığı ile muallakta kalıyor şu an.

Yani durum budur. Türkiye'nin olayla alakası, Müslüman kardeşler ile AKP hükümeti ve Türkiyedeki cemaatlerin arasındaki bağ ve bağlantılarda yatıyor.
ÖSO' da düzenli ordu da savaş suçları konusunda ciddi eleştiri altındadır bunu da belirteyim.

About Us

Recent

Random